Post image
Yekta Kopan: Mutluluk gibi mutsuzluk da insana ait

Burak ABATAY

Yazar Yekta Kopan, son romanı ‘Sıradan Bir Gün’ü Can Yayınları etiketiyle okurlarıyla buluşturdu. Kopan’ın sahte kimlikler üzerinden oluşturduğu kurgusunda takma isimle kişisel gelişim kitapları yazan Armağan Gündoğdu, kimliğini gizleyerek kişisel gelişim kitapları yazar. Geniş bir okur kitlesi edinecek ancak başına gelenlerle yaşamını baştan aşağı sorgulayacaktır. Bugün de güncel örneklerine tanık olduğumuz kişisel gelişim kitapları tartışmalarının gölgesinde Yekta Kopan’la bir araya geldik ve kitabı konuştuk.

► Bugünün ‘beyaz yakalı’ insanının anlatımı sebebiyle kitabın kurgusunu önemsiyorum. Senin beyaz yakalı geçmişin var mı?

Hayır olmadı. Ama bu çalışma grubunun sosyal sınıfın yaşam dinamiklerini üç aşağı beş yukarı gözlediğim gördüğüm onlarla beraber aynı havayı soluyarak algılayabildiğim zamanlar elbette oldu. Kaldı ki bu bana ait bir özellik değil. Bugün eminim senin de böyle tanışıklıkların olmuştur. Ben bu romanın çerçevesini çizerken, sahte kimlikler üzerinden yürümek istediğimi karar verdiğimde tam da bugünün şehirli insan yaşamının bir fotoğrafını çekmeyi arzu ettim. Bu arzu doğrultusunda bütün karakterleri, olay örgüsünü ve yapıyı kurmaya çalıştım. O fotoğrafı çekebildiysem ve o duyguyu sende yarattıysa ne mutlu bana.

İnsanlar sahte kimlikler üretiyor

► Beyaz yakalıların üstüne yapıştırılmış bazı sıfatlar var. Kişisel hırslar vs… Sen bu sıfatları kabul ediyor musun? Böyle şeyler belirgin olarak karşımıza çıkıyor mu?

Bunu sadece bir iş grubuna ya da bir hayat tarzı anlayışına sınırlayarak ya da sadece onların omzuna yükleyerek bakmıyorum. Ama şöyle bakıyorum, bugün dünyanın genelinde başarı, hırs, büyüklük, yenilik gibi birtakım kavramlar insanlığın aslında tümüyle birbirleriyle olan ilişkilerini, birbirleriyle olan dinamiklerini belirler bir durumda. Bu sadece iş hayatında değil, özel hayatta, aile hayatında, ebeveynlik ilişkilerinde ya da karı-koca ilişkilerinde de böyle. En başarılı olmak, en mutlu olmak… Mesela mutluluk da bugünün yine böyle kavramlarından biri. Herkes mutlu olmak kavramı üstünden birbiriyle ilişki kuruyor. Mutsuzluk hakkı hiçbirimizin elinde değil ve hiçbirimiz mutsuzluk hakkını kullanmıyoruz. Oysa tıpkı başarı gibi başarısızlık da; tıpkı mutluluk gibi mutsuzluk da insana ait duygular. İnsanı geliştiren, yenileyen, yeni kararalar almasını sağlayan, yeni bakışlar geliştirmesini yeniliğin haricinde bir insan olarak hayatını sürdürmesini sağlayan bu farklı duyguların bütününe sahip olmasıdır. Mutlu-mutsuz, başarılı-başarısız, güçlü-güçsüz bütün bunlar herkesin bünyesinde vardır. Yoktur ki bir insan bütün bunların hep olumlularından bir kendisine mutlak dünya kursun. Bugün özellikle dünyanın tümüyle önerdiği “başarılı olacaksın”, “hızlı olacaksın”, “büyük olacaksın”, “en beğenilen olacaksın” ve bunun günümüz dilindeki karşılığı “en çok takipçin olacak”, “en çok beğeni alacaksın”, “en çok konuşulan olacaksın” bütün bunların içeriğinin ne olduğunun hiçbir önemi yok. Seni kimin beğendiğinin bir önemi yok, kimin takip ettiğinin bir önemi yok, senin hakkında kimin ne konuştuğunun ve konuşanın nereden konuştuğunun bir önemi yok. Sadece en çok olması sana başarı olarak geri geliyor. Bütün insanlığın bugün içinde olduğu bir durum. Bu durum aslında insanların sahte kimlikler geliştirmesine ya da var olan kimliğini maskeleyerek yaşamasına da neden olan bir durum.

► Sence bunun altında kalıyor muyuz?

Elbette kalıyoruz.

► İnsanlığın böyle bir süreç içinden geçtikten sonra nereye doğru gidebileceğini görüyorsun?

Bir sarsıntı yaşanacaksa bu sarsıntı üzerine sosyologların ya da psikologların değerlendirmesiyle bir öngörüde bulunulabilir. Ve bu öngörü doğrultusunda bir dünya kurulabilir. Ama insanlığın bugün yaşayacağı sarsıntı sadece bu değil. Bu romanda o büyük depremin sadece bir sarsıntısına bakmaya çalıştım. İnsanlık bugün bundan çok daha büyük çerçevede çok daha dramatik birtakım şeyler yaşıyor. Sorudan kaçmayayım… Elbette bu maskeler dünyasında herkes kendi parmak izini yitirmeye başlıyor. Bilgi anonimleşiyor, içerik boşalıyor, içi boşaltılmış kavramlar üzerinden oluşturulan düşünceler kalıcı, yapıcı, yenilikçi cümleler kuramıyor. Bütün bunların altında her gün biraz daha kalıyoruz. Nereye gider bu kadar altında kalmak? Kâhin de değilim bir öngörüm de yok ayrıca bu edebiyatın da görevi değil. Bunu yaparken “Size bundan 10-20 sene sonrasını çözeceğim”, “Bakın bir felaket” ya da “Bakın bir kurtuluş” hiçbirini söyleyemem. Bugüne bakmaya çalıştım. Bugüne baktığımızda da seninle en azından bunu konuşabilmemiz, bir okurla bir yazarın bu altında kaldığımız kavramlar dünyasını konuşabilmemizi istedim.

Yekta Kopan ile Beyoğlu sinemasında bir araya geldik.

► Mert Güriz ile Turgut Özben arasında soyisim noktasında bir kesişim seziyorum. Soyisim tercihinizde böyle bir bilinç var mıydı?

Mert Güriz’in adı ve soyadı tümüyle kitapta da açıklanan nedenden dolayı çıktı. Bir ses çağrışımından çıkıyor. Yazar sonuçta okuduklarıyla da vardır. Okuduklarını her zaman sorgulayıp referans vermez. Zihninin arka planında bazen onu çağırıyor olabilir. Oğuz Atay ilgim ve sevgim de belki beni arka plandan çağırmıştır. Sen sorunca şimdi olabilirliği düşündüm. Hiç böyle düşünmemiştim yazarken. Beni ilgilendiren soyismin ses çağrışımıydı.

Kişisel gelişim kitaplarının seyri…

► Kişisel gelişim bu kadar popüler olmadan önce epey itibarlı bir türdü. Sosyologlar, psikologlar, nöropsikiyatrlar, antropologlar çok iyi eserler üretti. Ne oldu da böyle alay edilebilecek bir hâle geldi kişisel gelişim kitapları?
Bunun tarihsel olarak yayıncılıktaki karşılığını bilmek lazım. Ticaretinde neler olduğunu, sadece Türkiye’de değil, dünyada da, nasıl bunun bu hâline geldiğini görmek için ticari dinamiklerinden okumak lazım. Buna da vakıf olamayız şu an. Ama çok güzel bir şey söyledin. İnsanların düşünce dünyasına katkı sağlamak amacıyla oluşturulan bir kavramın zaman içinde başka bir şeye dönüşmesinin tanıklarıyız biz. Şunu da unutmamalıyız ki, kişisel gelişim biraz da raftan kaynaklanan bir şey. Çok önemli psikoloji ya da antropoloji kitapları olduğu gibi o raflarda, sağdan soldan devşirilmiş kıymeti kendinden menkul kitaplar da olabiliyor. Kişisel gelişim kitaplarından bazıları bugün okur tarafından da biliniyor. Okurun geneli kanmıyor ama kendisine iyi gelecek kişisel gelişimleri anlık kanmak pahasına satın alıyor.

► Senin bu romanın biraz da kişisel gelişimle alay mı?

Yok değil. Benim bütün meselem sahte kimliklerdi. 21. yüzyıl’da sosyal medyayla köpüren sahte kimlik meselesinin üstüne gittim. Bunun için en elverişli karakter bir kişisel gelişim uzmanıydı. Onun elverişliliği, sahte kimlikleri, edebiyattan, psikolojiden, yani bildiğim yerden yaratma fikri beni çok heyecanlandırdı. Ben bir okur olarak felsefe, psikoloji ya da edebiyat tarihi okuyan bir insanım. Benim yaratacağım sahte kimlik, bütün bunların devşirilmesinden ortaya çıkabilirdi. Dolayısıyla istediğim şeye hizmet ettiği için kişisel gelişimi tercih ettim.

► Sıradan bir gün olarak başlıyor kitap. Kahvesini yudumlayan, gazetesini okuyan bir karakter hemen sonrasında bir kadın cinayetine tanık oluyor. Sıradan bir gün gerçekten bu kadar dramatik mi artık ülkede?

Ülkede değil, dünyada böyle. Karşılığı kitabın ilerleyen bölümlerinde var. Bu sadece yaşadığımız coğrafyayla sınırlı olmayan bir şey. Sana da sormak isterim. Bugün sıradan dediğin bir günde kimine tanık olduğun, kimini duyduğun, kimini haber bülteninde izlediğin kaç tane olay olduğunu düşünüyor musun?

► Bugün mesela İstanbul’da bir ara sokağa helikopter düştü…

Evet, bu artık dünyanın dinamiğinde de böyle. Kırlardan şehirlere doğduk hepimiz, şehirlerin içinde bir karmaşanın içindeyiz hepimiz. O romantik, pastoral sahneler filmlerde bile göremeyeceğimiz kadar uzak artık bize. Dünya ekonomik, siyasi ve çevre olarak güvenli değil. Bu güvensizlik ortamında doğrudan ya da dolaylı tedirginlikler içinde yürüyoruz. Ve dünyadaki sıradan bir gün, ancak bu kitaptaki kadar sıradan oluyor.

Kadın cinayetlerinde çok suç ortağı var

► Daha önce seninle de konuşmuştuk. 52 Erkek, 52 Hafta projesinin bir parçasısın. Kadına yönelik şiddetin bir erkek problemi olduğunu düşünüyorsun. Bu görüşünü biraz açabilir misin?

İktidara sahip olan sorunun adını koyarken sorunu hep azınlığın üstünden kurar. Oysa o bir sorunsa, o sorunu azınlığa yaşatan iktidar sahibinin adıyla anılmalıdır. Bu bir erkek sorunudur. Bu yıl Türkiye’de ilk 10 ayda 363 kadın öldürüldü. Büyük cümleler kurmaya, şiirsel göndermeler yapmaya gerek yok. Türkiye’de 10 ay bildiğimiz ve kayıtlara geçebilmiş 363 vakada erkekler kadınları öldürdü. Net bir cümle. Bunu hepimiz yüksek sesle söylemeliyiz. 363 vakanın neredeyse tamamında birileri sessiz kaldı, göz yumdu, görmezden geldi, geç duydu… Yani 363 vakanın, 363 silah tutanı olduğu kadar binlerce de suç ortağı var. Bunu da yüksek sesle söylemeliyiz. Bu bir erkek sorunudur. Bu önce böyle tanımlanıp buna karşı herkesin, ama herkesin bu benden uzaktadır, benim görmediğim bir diyardır, bunun nedeni cehalettir, paradır, şu ya da bu partidir demeden pozisyon alması lazım. Eğer herkes, kadına yönelik, psikolojik, ekonomik, fiziksel şiddeti, hemen ‘ama fakat’ demeden sert bir şekilde sahiplenmezse, bu ülkede kadınlar çok daha üzücü olaylar yaşayacak. Toplumsal cinsiyet eşitliği ve çevre hepimizin meselesi olması lazım.

► Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve çevre haricinde başka problemleri de gözlüyor musun?

Elbette var. Biz bazen çok fazla kendi çitimizden kendi çiftliğimize bakıyoruz. Bütün dünyada ne olduğunu hissetmiyoruz sonra. Ama bütün dünyada benzer sorunlar var. Mültecilik, ırkçılık, gelir dağılımı adaletsizliği, toplumsal cinsiyet eşitsizliği bütün dünyada var. Bu konularda kişisel yol haritalarını çizip birleştirmemiz gerekiyor.

Dönüşüm benim için önemli…

► Kitaptaki gazeteci Orhan Mercan karakteri sağlam bir ironiye sahip. Her yalan haberinde birer kilo alan bir gazeteci, okuma-yazmayı unutan editör, kör olan kameraman var…

Kavramlar üzerinden gidecek olursak dönüşüm benim için çok önemli bir şey. Dönüşüm, bu sahte kimlikler meselesiyle örtüşen bir şey. Bir şekilde var olmak için, tehlikeli bir biçimde rasyonalize ederek hepimiz yaşıyoruz bir dönüşümü. Sıradan Bir Gün’ü yazmadan önce en çok kendimle hesaplaştım. En çok kendimi sorguladım… Bunda ne kadar başarılı oldum, bu bir erdemdir demiyorum, bunu yaptım diyorum. Yapmış olmaktan, kendimi incittiğim için gurur duyuyorum. Bugün seninle bir selfie çeksek bu kadrajda değil daha hoş bir yer arayacağız. Beğenmezsek bir tane daha çekeceğiz. Belki üzerinde bir oyun oynayarak harika bir hâle getireceğiz. Biz bu sahte kimliklerdeki fotoğraflara bakmaktan uzaklaşmalıyız. Bizim kadrajın dışına bakmayı öğrenmemiz lazım. Tıpkı selfie kadrajının yanında çöp tenekesinin de durduğunu bilmek gibi. Çöp tenekesini kesip atardık. Artık o çöp tenekesine de bakmaya cesaret etmemiz lazım. Bakmazsak sende başka bir dönüşüme, bende başka bir dönüşüme, Orhan Mercan ve ekibinde ise böyle bir dönüşüme neden olacak. Eğer o gazetecinin muradı biraz daha yemek, biraz daha maddi varlık elde etmekse sonu da yiye yiye patlamaktır. Daha ne olabilir ki?

► Sen de ana akımdan uzak kalmış birisin. Orhan Mercan onun eleştirisi miydi?

Kendi tecrübemden yola çıkarak yapılan bir eleştiri değildi. Ana akım medyaya değil, genel olarak doğrudan medyaya bir eleştiride bulunmak istemedim. Bunun da bir hata olduğunu düşünüyorum. Elbette medya eleştirisi, beyaz yakalı eleştirisi ya da kişisel gelişim kitaplarıyla, TV dünyasıyla bir hesaplaşma var. Bütün isteğim günün sonunda kadrajın dışına bakabilerek eleştirebilmek. Medyada çalışan birisinin yaşadığı bu dönüşümü bir akademisyen de bir başka profesyonelin yaşamadığını söyleyebilir miyiz?

(Birgün, 02.12.2018)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN