Post image
Yaratabileceğimiz en kötü uygarlıktayız

Prof. Dr. H. Atilla Erdemli

(atillaerdemli@yahoo.de)

İnsanlığın en parlak, en görkemli dönemleri en kanlı, en karanlık zamanların hazırlayıcısı oldu… Saldırganlık beslenme ve üreme gibi bir içgüdüdür. Şiddet içeren saldırganlık insanın dışındaki doğada görülmüyor. Şiddet yalnızca insanın yaşamında ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle doğada yalnızca insan şiddet üreten, şiddet yaratan, ayrı deyişle bir şiddetli varlıktır.

“İşte burada şiddet var!” dediğimiz bütün olaylarda şiddet olayın kendisi olarak değil, olayın bir özelliği olarak ortaya çıkmaktadır. Şiddeti nerede buluyoruz? Şiddet saldırganlık olayının bir özelliğidir. Dolayısıyla şiddetin tüm canlılarda görülmesi gerekir. Oysa bitkilerde türe özgü değişik saldırganlıklar bulunmasına karşın, şiddete rastlanmıyor. Hayvanlarda saldırgan davranışlar savunma, beslenme ve cinsellik nedeniyle ortaya çıkıyor, fakat orada da şiddet içerdiğini saptayamıyoruz. Saldırgan davranışın hangi özellikler kazanması gerekiyor ki, biz orada “şiddet var” diyelim? Şiddeti belirleyebilmek için saldırgan davranışı irdelemek gerekiyor.

Canlı dünyadaki her varlık geometrik diziyle artarak, çoğalır. Çoğalma gücü eğer engellenmezse bir tek canlı her yeri kaplayabilir. Aynı yaşama gücü her canlıda bulunur ve buradan canlılar arasınki yaşama savaşı ortaya çıkar; orada her canlı hem diğerlerini yok etmek, hem de kendisini korumak için saldırır.

Yaşama savaşının güçsüzlere hoşgörüsü yoktur. Doğa devinen bir denge durumudur ve denge, yaşama savaşındaki güçlerin birbirini karşılanmasıyla elde edilir. Doğal ayıklanma, güçlülerin ayakta kalması ve türler arasındaki denge, saldırganlıkla sağlanmaktadır. Saldırma ve savunma biçiminde görülen saldırganlık olmasaydı, canlı doğanın varlığı da sorun olurdu. Saldırganlık beslenme ve üreme gibi bir içgüdüdür.

VAHŞİ VE VAHŞET

Şiddete benzeyen özeliklere saldırgan davranışlarda rastlıyoruz. Bu özellikler arasında “vahşi” ve “vahşet” kavramlarına bakalım, ilkin bir durumu belirtmeliyim; Doğanın “vahşi” olduğu ve vahşet içerdiği de söylenemez. Örneğin, bir timsahın nehri geçmekte olan bir zebrayı, bir arslan ailesinin bir karacayı avlayıp yemesi vb. vahşet değil, doğal olaylardır. Uygar kentlerimizin mezbahalarında daha farklı bir olay gerçekleşmiyor. Doğada gerçekleşen bir avlanma ve öldürme olayının temel özelliklerini Darwin şöyle belirlemektedir:

Sürekli değildirler; hayvan kendisinin ve ailesinin yaşamasına, beslenmesine yetecek olandan fazlasını avlayıp öldürmez. .

Korkuya yer yoktur;

Ölüm çabuk gerçekleşir; bu iki özellik için eziyet yoktur diyebiliriz. Bir arslan ya da bir çita örneğin, öncelikle avının en çabuk öleceği yere sadırır ve ilkin öldürür.

En güçlü, en sağlıklı ve en mutlu olanlar kalır;

Darvvin’in başka bağlamda değindiği, Konrad Lorenz‘in ise vurgulayarak üstünde durduğu bir başka özelliği de buraya katmak gerekir:

Türiçi seçilim yoktur.

İnsan dışındakt doğada kendi türünden olanları sistematik, düzenli olarak öldürme yoktur. Bize vahşet gibi gelen ya da bizim vahşice diye nitelediğimiz doğadaki olaylar, doğanın kendi düzeni uyarınca gerçekleşmektedir ve türün, dolayısıyla doğanın korunmasına, sürekliliğine, canlı varlığın doğadaki devinimine ilişkindirler.

Doğada vahşet olarak nitelenen olay ya da saldırganlık biçimi genellikle canlının çaresizlik ve/veya ölüm tehlikesi karşısında ortaya çıkmaktadır. Eğer varsa buradaki vahşeti atom bombası, napalm bombası, çalışma kampları, gaz odaları, Sabra ve Şatilla olayı, Ruanda olayı, Ghıantanamo gerçeği gibi insan elinden çıkma pek çok olayla karşılaştıramıyoruz. “Vahşi”, şiddete yakın gibi görünse de, doğada, doğanın düzeni ve devinimi gereği gerçekleşen olaylara insanın bir yakıştırmasıdır. Doğada vahşi olarak görülen, aslında bir doğal olaydır ve burada “şiddet” yoktur.

ŞİDDET SADECE İNSANDA VAR

CUMHURIYET_BILIM_TEKNOLOJI_1

Böylece bir insan gerçeği ile karşılaşıyoruz: şiddet içeren saldırganlık insanın dışındaki doğada görülmüyor. Şiddet yalnızca insanın yaşamında ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle doğada yalnızca insan şiddet üreten, şiddet yaratan, ayrı deyişle bir şiddetli varlıktır.

Şiddetin insan yaşamında ortaya çıkabilmesi için, saldırganlığın insana ait şu özellikleri taşıdığı belirlenmiştir:

Haz Öğesi: Haz ya da zevk öğesi hayvanlarda yoktur. Erich Fromm, insandaki yıkıcılığın kökenleri adlı kitabında “Hayvanlar öteki hayvanlara acı ve sancı vermekten haz duymazlar, ne de boşu boşuna öldürme eylemine girişirler” der. Hayvanlar ihtiyaçlarını karşılar. İnsan için haz ya da zevk de bir ihtiyaçtır ve pek çok şeyi zevk için yapar. Yıkıma uğratma dışında başka hiç bir gerekçe veya amaç olmaksızın yaşamı yıkmaktan haz almak, yalnızca insana özgüdür. Saldırganlık insanda haz öğesi ile özel bir biçim alıyor ve buradan şiddet ortaya çıkıyor.

Her Şey: Şidetin belirlenmiş bir nesnesi (objesi) yoktur: Şiddet içeren davranış, canlıcansız, değerli değersiz Her Şey’e yönelebilir. İnsan her şeyi yıkıma uğratabilir.

Haz ve her şey bağlamında şiddet davranışı’nın bir özelliği ortaya çıkar: Her şiddet, biçimini kendisi yaratır. Buna bağlı olarak, şiddet davranışının yıkıcılığı biçimiyle bağıntılıdır. Şiddet davranışı kendisine özgüdür; davranışa giren kişi kendi bireyliğine ve şiddetten haz duyma biçimine göre hareket eder ve orada kişi adeta yeni bir özellikle ortaya çıkar: Şiddet kişiliği.

TÜRİÇİ YIKIM: SADECE İNSANA ÖZGÜ

Şiddet içeren saldırganlığın doruğunda türiçi yıkım bulunur. Türiçi yıkım yalnızca insan türünde ortaya çıkmaktadır. Kondrad Lorenz intra-specifik adını verdiği davranışta, aynı türün bireyleri arasındaki saldırganlık doğada belli durumlar dışında hiç bir zaman öldüresiye değildir. İntra-specifik ya da türiçi saldırgan davranışlar şiddet içermezler; daha çok korkutma, geri çekilmeyi sağlama amaçlı tehdit ve güç göstermeye dayanan bir törensel olaydır. Zaman zaman yaralanma ya da ölüm olayları görülse de, davranışın amacı yaralamak ya da öldürmek değildir. Sadece insan türiçi yıkımı gerçekleştirir ve katliamlar yapar.

CUMHURIYET_BILIM_TEKNOLOJI_2

Kültür: Kültürü insanın yaşayabilmek, yaşamını koruyabilmek amacıyla oluşturduğu en yalın aletten en gelişmişlerine, en dar kapsamlı düşünceden, en yoğun ve derin düşüncelere; geleneklere, inanışlara, dünya görüşlerine, yaşama anlayışlarına, bilimlere, sanatlara, zenaatlara dek bir bütündür ve bu aynı zamanda haz ve her şey ile koşutluk ve bağlılık içindedir.

Şiddet içeren saldırganlık, kültüre göre biçimlenir. İnsan kendi türü uyarınca, her şeye göre yaşamaktadır. Şiddetin her şey özelliği insanın dünyamızda her yerde, her koşulda yaşayabiliyor olma özelliğinden gelmektedir.

Öte yandan, diğer canlılar yanında insan nasıl yaşayacağına kendisi karar vermek zorunda olan varlıktır, yani insan, özgür yaşayacak bir varlıktır. Özgür bir varlık şiddet içeren saldırganlık isteği karşısında tavrını kendisi belirleyecektir. Böylece;

Özgür olduğumuz için şiddet yaratıyoruz.

Özgür olduğumuz için şiddetle karşı karşıyayız. Özgür olduğumuz için şiddete karşı durabiliriz.

Burada oldukça temel, tüm insanlar için geçerli ve dolayısıyla önemli bir soruyla karşılaşıyoruz:

İNSAN YAŞAMASINI NEYE GÖRE DÜZENLEYECEKTİR?

İnsan bir dil-kültür çevresine doğar. Dünya görüşleri, yaşama anlayışları, gelenekler, inanışlar kısacası yaşamaya ilişkin paradigmalar buradadır ve birey hangi davranışı, nerede, ne zaman, ne kadar ve nasıl yapacağını bu ortamdan bilerek yaşar.

Neye göre? sorusunun yanıtı da oradadır. Birey kişiliğini de bu yaşama ortamında bulur. Çok zaman, orada, toplumsal yaşamanın dokusunu oluşturan dünya görüşü, yaşama anlayışı, inanışlar, siyasi görüşlere kesin ve en geçerli doğruymuş gibi bağlanılır. Bu paradigmanın hilesidir; kişi yaşama ortamındaki değerleri kesin ve genel-geçer sanır, ona göre davranır. Oysa, hiç bir dil-kültür çevresi mutlak değildir. Aydınlanma ihtiyacı burada ortaya çıkar.

AYDINLANMA SORUNU ÇÖZEBİLİYOR MU?

Aydınlanma çağından günümüze uzanan süreçte şiddet davranışlarının da geliştiğini görüyoruz. Örneğin, insanlık tarihinde hiç bir çağ 20. yy kadar düşünsel, bilimsel, teknolojik bakımdan gelişmemişti ve insanlık tarihinde hiç bir çağda savaş, kıyım, insanın insanı öldürmesi, kısacası şiddet 20. yy.’daki kadar görülmemiştir: 20.yy bir şiddetçağı oldu.

21 .yy’da ise bir yandan her şey yüzeyselleşmekte, diğer yandan yoksulluk, dünya kaynaklarının hızlı tüketimi, yaşama kalitesinin düşmesi, değerlerin önemini yitirmesi, salgın hastalıklar, göçler, yaşama alanlarının daralması, güvensizlik ve korku, umutsuzluk, umarsızlık, kitleleşme ve terör doğrudan dolaylı hep şiddet doğuran etmenler olmaktadır.

Sosyo-ekonomik-kültürel bakımdan gelişmiş toplumlarda da şiddetin bulunmadığı söylenemez. Bu toplumlarda gerçek sorun daha güçlü bir şiddettir; refahın, bolluğun, rahatın yarattığı şiddettir, amaçsız ve nedensiz şiddettir, zevk olsun diye yaratılan şiddettir: Jean Baudrillard bunu bir tür gelişmiş ülke hastalığı olarak niteler

Uygarlık yarattığı teknoloji ile şiddetin de kaynağı oluyorsa, insanın arzu ettiği bolluk ve gönenç içinde yaşama bile insanı şiddete götürüyorsa ne yapacağız? Sorun şiddette olamaz, sorunun yanıtını yaşama biçimimizde aramamız gerekiyor.

Soru insanın en temel sorusuna geri,gitmek zorundadır. Nasıl yaşamalıyım? Yaşamamı neye göre düzenlemeliyim?

PARLAK – GÖRKEMLİ, AMA EN KARANLIK EN KANLI DÖNEM

Tarihi boyunca insan bu soruyla uğraştı. İnsanlığın en parlak, en görkemli dönemleri en kanlı, en karanlık zamanların hazırlayıcısı oldu. Bu paradigmanın hilesiydi ve bize en yakın, en görkemli örneği bu gün bile sık sık kendisine geri gittiğimiz Aydınlanma çağıydı. Bu çağda tehlikeyi görenlerden birine, JJ. Rousseau‘ya göre, uygarlık kötü değildi. Fakat insanlar olabilecek en kötü uygarlığı yaratmışlardı. İnsan başka uygarlık biçimleri ya da başka yaşama biçimleri yaratabilir ve orada kendine yaraşan biçimde yaşayabilirdi.

Yeni bir yaşama biçimini yaratmak, nasıl yaşamalıyım, sorusuna yeni bir yanıt denemesidir. Günümüzde siyaset felsefesinin üzerinde çok çalışılan bir sorun alanı olması, ahlakla çalışmalarının yoğunlaşarak artması hep yeni bir yaşama biçimine duyulan sıkıntıdan kaynaklanmaktadır.

Çağın eleştirisi, çağdaki yaşama tutumlarının eleştirisidir. Yeni olarak, tasvirsel anlatımlar veya J. F. Lyotard‘ın gelin bütünlüğe karşı bir savaş başlatalım, gelin sunulamayana tanıklık edelim, farklılıkları etkin kılıp, adını onurunu kurtaralım, biçimindeki havada söylemleri yanında, daha somut önerilerle ortaya çıkanlar da var.

Örneğin G. Mobiot günümüzdeki bolluk toplumunun dünyaya verdiği zararı ve bu zarar verişin arkasındaki sistemleri engellemenin; daha tutumlu, daha ılımlı bir yaşama sürdürmemiz gerektiğini, doğru olanın bu olduğunu savunmaktadır. Fakat kimin umurunda?

NASIL YAŞAMALIYIM?

İster insanlara, ister doğaya ister havaya ister uzaya nereye zarar verirse versin, nereyi yıkıma uğratırsa uğratsın, insanın şiddet davranışları doğrudan-dolaylı hep kendisine dönüyor. Şiddetli varlık ne yaparsa yapsın, kendi şiddetinden zarar görüyor.

Burada her birimizin kendimiz için yanıtlaması gereken eski ve insanla gelen bir soru yeniden ortaya çıkıyor: Nasıl yaşamalıyım?

Yaşamamızdan ne kadar sorumluysak, soruyu o kadar yanıtlayacağız ve şiddet örneğin her türlü olumsuzluk karşısında kendimizce durabileceğiz.

Değilse kimin umurunda!

(Cumhuriyet Bilim Teknoloji, 14.08.2015)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN