Post image
Tenet: Gerçeği istemiyor, kendi gerçeğini yaratıyor

 

Tuğçe MADAYANTİ DİZİCİ

Christopher Nolan sinemasında ana hikâye ve ona bağlı yan hikâyeler iç içe geçmiş şekilde ve de parçalara bölünerek anlatılır. Bu sebeple izlediğiniz bir sahne diğer bir hikâyedeki olayların sebebi veya sonucu olabilir. O yüzden aceleci olmayın.

Dünyanın en sinirli altıncı ülkesi olan Türkiye’de film eleştirisi yazmak da güç. Hele ki Tenet filmi vizyona girene kadar bünyeler sinemasızlıktan, sinema tartışamamaktan o kadar gerildi ki Tenet’in vizyona girmesiyle herkes bir patlama yaşadı. “Tenet’i ne zaman izleyeceğim”, “Tenet’i izlemeyi çok istiyorum”, “Tenet’i izlemek için sabırsızlanıyorum” ile geçen aylardan sonra “Sinemada izlemeye değer mi?”, “Bu kadar beklememize değdi mi?”, “Riske girip izlemesem mi?” cümlelerine evrilmiş durumda serzenişler. Benim fikrim evet, tüm önlemler alınarak sinemada izlemeye çok net bir şekilde değer.

ACELECİ DEĞERLENDİRMELER

Christopher Nolan çok sayıda sadık fanı olan bir isim. Ve bu fanlar Nolan ne yaparsa yapsın onu yüceltirler. Onlar Tenet filmini her hâlükârda sevecek. Ancak genel izleyici bu filmi o kadar da sevebilecek mi emin değilim ve Türkiye’de gördüğüm kadarıyla sevmeme trendi diğer ülkelere oranla daha yüksek. Nolan buralarda böyle tuhaf bir gergin etki yaratıyor ve bunu anlamak mümkün değil. “Nolan güç zehirlenmesi geçiriyor”, “Nolan’ın egosu kariyerini bitirdi” eleştirilerini bile gördüm.

Elbette ki, Nolan’ın güç zehirlenmesi geçirdiği falan yok, filmimi izleyici anlamasın havam artsın dediği de yok. Bunlar nasıl arabesk karamsarlığında yaklaşımlar, okudukça hayret ediyorum. Filmi izlerken hikâyenin bazı olay örgüleri hakkında önyargı tuzaklarına düştüm ve özellikle Kat (Elizabeth Debicki) ve Kahraman’ın (John David Washington) ilişkisini ve onlara bağlanmış Andrei Sator (Kenneth Branagh) ilişkisini çok aceleci değerlendirdim. Bu aceleciliğimi filmde yeni ayrıntılar çıkınca daha sonra çok daha iyi anladım ve kendime kızdım. Şunu hep akılda tutmak gerek; Christopher Nolan sinemasında ana hikâye ve ona bağlı yan hikâyeler iç içe geçmiş şekilde ve de parçalara bölünerek anlatılır. Bu sebeple izlediğimiz bir sahne diğer bir hikâyedeki olayların sebebi veya sonucu olabilir. Bu sebeple Tenet’in ilk yarısı kimilerine biraz yorucu ve anlamlandırılması zor gelebilir. Ancak aceleci olmayın çünkü filmin ikinci yarısı tam anlamıyla muhteşem.

 

İSİMSİZ KAHRAMAN

Tenet, zamanın hem ileriye hem de geriye doğru aktığı bir gelecekte ismi olmayan ana kahramanın “Kahraman (The Protagonist)” olarak adlandırıldığı olağanüstü şekilde kafa karıştırıcı, metafiziksel olarak karmaşık bir aksiyon filmi. The Prestige ve Inception’dan farklı olarak karakter gelişimine yer vermeyen filmde, yönetmen bir önceki filmi Dunkirk’te olduğu gibi kahramanını burada da isimsiz bırakmış. Filmdeki karakterlerin, hikâyelerin klasik anlatıdan beklendiği şekliyle gelişimleri ZATEN mümkün de değil. Filmin finalinde Neil (Robert Pattison) ve Kahraman’ın son sahnesi filmin teması, ana hikâyesi itibarıyla klasik bir karakter anlatımına müsaade edemez. Hikâyedeki X karakteri değil önemli olan, X karakterinin hikâyedeki görevi esas mesele. Yönetmenin seyirci için tüm olan biteni son bir kez toparlayarak anlattığı final kısmından sonra bu formülü Kahraman, Neil, Sator ve Kat karakterlerine uygularsanız göreceksiniz.

NOLAN SİNEMADA İZLENİR

Yönetmenin kısa filmlerinin ardından 1998’de kendi imkânlarıyla çektiği Following filmi de dahil olmak üzere Memento, Insomnia, The Prestige, Dunkirk filmleri bildiğimiz dünyada geçmektedir yani dünya içidir, Interstellar hem dünya içi hem dünya dışıdır, Inception gerçek dünya ile rüya arasındadır. Türler açısından bakıldığında ise yönetmenin filmleri farklı türlerdedir.

Ancak hepsinin tek bir ortak özelliği vardır, işte o da Nolan’ı Nolan yapan özelliktir. “Nolan filmleri sinemada izlenir” denildiğinde, buna karşı çıkanlar bulunmakta. İyi de peki neden böyle bir cümle var ortada? Genellikle Imax kamera ile filmlerini çeken, sinema teknolojisini en yakından takip eden hatta yeni ekipmanlar ürettiren, yaşayan en yenilikçi yönetmendir kendisi; Inception’da yer çekimi olmayan otel sahnesinin çekimlerinde kullanılan 360 derece dönebilen mekanizma olsun, Dunkirk spitfire sahnelerinin kameranın küçük kokpitlere giremeyeceği için özel düzenekler icat edilmesi olsun bu yönde onlarca örnek sayılabilir. Filmlerinde bilgisayar efektleri kullansa da sahnelerinde mümkün olan son raddeye kadar fiziksel mekânları oluşturmayı tercih eder ve sahte hissi veren yeşil ekranı da mümkün olduğunca az kullanır. Örneğin yeşil ekrana boğulan süper kahraman filmlerinden Nolan’ın çektiği Batman üçlemesinde birçok aksiyon sahnesi yeşil ekran kullanılmadan çekilmiştir. Bu yüzden Nolan’ın filmlerindeki aksiyon sahneleri sinemada bugün için olabilecek en gerçekçi sahnelerdir. İşte tüm bu tercihler sayesinde hikâyeden kopmayan seyirci, saydam akan kurgu sayesinde hikâyeden hiç ayrılamaz. Bu iddialı cümlenin arkasında yatan yönetmenin tam da bu yenilikçi özellikleridir.

FİLMİ BOŞUNA MEŞGUL ETMEYİN

Tenet’in kurduğu evrenin devamı gelir diye umuyorum. Tuhaf bir film, mesela ben filmden çıktıktan sonra şunu yaşadım. Yüz elli dakika tam randıman konsantre olmuş bir şekilde dahil olduğum bir evrenden çıktıktan ancak iki saat sonra kafam yerine geldi ve tabiri caizse filmin de kafası o an geldi. Tenet, aklı fikri tamamen yarınla, gelecekle meşgul olan bir film, karanlık tünelin sonunda gördüğümüz ışığın aslında bize çarpmaya doğru gelen bir tren olduğunu söylemekle meşgul. Üstelik o trendekiler de bizleriz.

(Birgün, 29.08.2020)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN