Post image
“Şiddet dillendirilmezse önüne geçilemez”

 

Tolga ALCA

Her mecrada toplumsal olarak dile getirilip farkındalık yaratılmaya çalışılsa da şiddetin önüne hala geçilebilmiş değil. Eğitim sisteminde şiddetsizliği teşvik edici öğretilerin yetersiz kalması, bilinçsiz ebeveynler, dizi-filmlerde şiddetin aleni gösterilmesi gibi etmenler bu sorunu daha da körüklüyor. Başkent’e konuşan Kadın Hakları Savunucusu-Yazar Berna Güzey, özellikle şiddetin hem maruz kalanlar hem de buna şahit olanlar tarafından sürekli dillendirilmesi gerektiğini vurgulayarak “Günahlar dillendirildikçe büyürmüş, ama eğer bu şiddet dillendirilmezse önüne geçilemez. Tek sıkıntı duyula duyula normalleşmesi, sıradanlaşması. Vıcık vıcık edilip ana mevzudan uzaklaşılırsa hassasiyet kaybolur” dedi.

Öncelikle “şiddet” kelimesi ağızlara alındığında, duyulduğunda, konuşulduğunda dahi insanı, insan olanı rahatsız eden bir sözcük. Şiddetle karşı karşıya kalındığında ya da duyulduğunda; kim kime, neden, nasıl yapmış diye algılarımızı açan, maruz kalan her kim ise onu savunma gereği hissettiren bir durum, tabi yine merhameti olanlarımızı… Canlının her türüne diğerinin yaptığı, yapabildiği bu eylem özellikle Türkiye’de kadınlara, artık can sıkıcı boyutta fazlalaştı. Bu genel olarak erkeğin kadına öncelikle fiziksel olarak yaptığı şiddetle somut olarak kendini gösteriyor. Ruhsal olarak yapılan tabi ayrı bir işkence metotu… Erkeğin eşini, kardeşini, kızını maddeten sahip olduğunu sanması bunun başlıca sebebidir sanıyorum. Karşı taraf onun koyduğu yerde durmazsa, kurulu bir oyuncak gibi istediği zaman konuşup, istediği zaman susmazsa içgüdüsel olarak ilk tepkisi fiziksel şiddette başvurmak oluyor. Elbette ki bu durum her erkek için mevzubahis değil. Özellikle batı ülkelerinde erkekler ki bunu da genele indirgersek söyleyebiliriz; kendilerini kadınla sosyal ekonomik her anlamda eşit şartlarda görüyorlar. Bu sebeple de o tuhaf sahiplenme duygusuna sahip olmuyorlar. “Herkes kendinden ve yaptıklarından sorumludur” mantığı sanıyorum batı kültüründe daha fazla ön planda. Dolayısıyla da insanlar eş dahi olsalar birbirlerinin bireysel alanlarına ve haklarına müdahale etmiyorlar.

 

 

“KÜFÜR VE SALDIRGANLIK TEŞVİK EDİLEREK ALKIŞLANIYOR”

• Neden bazı erkek çocukları küçüklükten itibaren şiddete eğilimli şekilde güç gösterisi ile büyütülüyorlar?

Erkeklik kavramı; toplumumuzda fiziksel olarak üstünlük, kavgada daha doğrusu dövüşte galibiyet, karşısındaki üzerinde hakimiyet kurabilmekle eş değer. Bunun sonucu mertlik ve yiğitlik kavramlarının en alt tuğlasının vicdan ve merhamet olmasının gerek ve şart olduğu es geçiliyor. Ve hatta küfür ve saldırganlık çocuk büyürken teşvik edilerek alkışlanıyor. Bu acı tablo sonrasında artık o çocuk büyüyünce kendini dünyanın sahibi sanıp hayata atılıyor. Dışarıda, iş hayatında başka bir adamın üstünlüğüyle karşılaşınca, eziliyor ve içinde biriken erkeklik hırsını gelip evinde eşinden ve çocuklarından çıkarıyor.

• Bazı cinayet haberlerinin başlıklarında “kıskanç eş boşanacağı eşini katletti” ifadeleri yer alıyor. Buradaki “kıskanç” tanımı cinayetin sebebi olarak gösteriliyor. Kıskançlık neden sevgi ile özdeşleştiriliyor?

İnsanları belki de en rahatsız eden manevi boşluk “güvensizlik” duygusu… Eşler birbirlerinin güvenini sağlayamazsa bu sonu gelmez sorunlar oluşturuyor. Saygının ve sevginin bile altında ilk olması gereken güven duygusu verilmezse kıskançlık hissinin oluşması doğal kabul edilebilir. Ama burada sorun; her ne olursa olsun erkeğin kadını normal hayat standartını bile yaşayamayacak halde sıkmasıyla başlıyor. Bu kıskançlık değil. İşin aslı erkeğin aşağılık kompleksleriyle alakalı bir durum. Ve maalesef kendinin sahip olduğu hakların yarısını bile eşine hak görmemesi… Hele de boşanma söz konusu olduğunda artık oyuncağını kaybetmek üzere olan adam, onun oyuncağıyla başka bir adamın oynayacağını, en ilkel hisle düşünerek, hırsından o oyuncağı yok etmeyi yeğliyor. Sevgi ve mertlik nedir? Bunun en güzel örneklerinden birini Aşık Veysel vermiş. Kendisini aşığıyla kaçmak için terk eden karısının cebine, belki kaçtığı aşığı onu terk eder, kadındır, ihtiyacı olur diye ona hissettirmeden para sıkıştırarak insan olmanın, erkek olmanın, sevginin en güzel, en saf halini göstermiştir. Erkeklik kavramı bir olguysa, içinde önce merhamet, olgunluk ve asalet olmalıdır ki o asalet kendini istemeyen insanı birlikte olmaya zorlamamak ve yolundan çekilmekten geçer.

• Kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin önüne geçebilmek için sizce toplumsal olarak neler yapılmalı?

Erkeklerin, kadınlardan sadece fiziksel üstünlüklerinin olduğunu, bunun haricinde herkesin etten kemikten ve ruhtan oluştuğunu, herkesin zekası, aklı ve duyguları olduğunu her yerde belki subliminal belki aleni, bağırmak ve anlatmak gerekiyor. Zayıf olana kalkan elin, aslında aşağılık bir acziyet olduğunu, erkek çocuk sahibi olanların evlatlarına ilk öğretmesi gereken olgu olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Bilmem belki de erkek çocuğu sahibi olan ebeveynlere devlet mecburi “erkek çocuk nasıl yetiştirilir?” derslerine tabi tutmalı. Biraz uç bir fikir de olsa bu şiddetten kurtulmak için bana her metot cazip geliyor artık…

• Son zamanlarda şiddet görenler, kendilerini medyada veya sosyal medyada ifade etmeye ve yardım çağırmaya başladılar. Bu konu hakkında fikirleriniz neler?

Ne güzel… Demek ki bir yerlerde bir ışık, bir yardım eli hissediyorlar. Ben ilk kitabımı kadın sığınma evlerinde kalan bir grup kadına hediye etme fırsatı bulmuştum ve maalesef korunma altında oldukları için yüzlerini ve yaşadıkları yerleri göremeden… Ne acı bir şey değil mi suçsuz yere hapis hayatı yaşamak? Maalesef aksi durumda hayatları tehlikede. Eğer devlet kendi eliyle kadına taciz, şiddet, baskı uygulayan, hatta canlarını alan bu erkekleri birkaç yıl cezalandırmaktan öteye gitmezse biz daha çok şahit oluruz bu vehamete…

“ANA MEVZUDAN UZAKLAŞILMAMALI”

• Sizce medya şiddet konusuna yeterince hassasiyet gösteriyor mu?

Öncelikle sosyal medya işin asıl kısmını omuzluyor bence. Günahlar dillendirildikçe büyürmüş ama eğer bu şiddet dillendirilmezse önüne geçilemez. Tek sıkıntı duyula duyula normalleşmesi, sıradanlaşması. Vıcık vıcık edilip ana mevzudan uzaklaşılırsa hassasiyet kaybolur. Tek bir haber ve can alıcı nokta sunulup, failin de en acı şekilde yargılandığı, insanlara gösterilip tek hamlede şok edilmeli ve bir daha bu suçu işlemeye yeltenen erkek defalarca başına gelecekleri düşünmeli. Yani en önemli kısım yine devletin elinde. Bir insanın ölümüne sebebiyet; hele de bile isteye, kıskançlık, cinnet maskesi altına sığındırılmadan kesin ve net en ağır şekilde cezalandırılmalı. Bakalım o zaman bu kadar kolay cesaret edebilecek mi “bu cesur erkekler” tacize, cinayete…

“PSİKOLOJİK VE SESSİZ ŞİDDET ÜZERİNDE DE DURULMALI”

• Dizi ve filmlerde aile içi şiddetin, istismarların bu kadar fazla gösterilmesi çok tartışılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Dizi ve film yapımcıları ilgiyi en yüksekte tutmak için ve tabi ticari kaygılarının olması nedeniyle olayları en kanlı en vurucu şekilde önümüze sürerler. Hakikat zaman zaman yansıtılsa da bu tarz dizi ve filmler seyredile seyredile bu olgu insanların gözünde normalleşir. Aslında beni en çok rahatsız eden maço erkek tavırlarının, kadını hakir gören davranışların erkeksi gösterilip karşısındaki kadının da bundan hoşlandığı intibaanın izleyiciye empoze edilmesi. Bu çok derin ayrıca hem sosyolojik hem psikolojik ve tabi ki de politik bir konu. Ben bir yazar olarak düşüncelerimi ve gözlemlediklerimi kısaca ifade etmeye çalıştım. Ama içimde kalmasın; son olarak söylemek istediğim; en çok uğranılan ve maalesef ortada kanıtı da olmayan psikolojik ve sessiz şiddet… İşte o, insanı yaşarken öldüren, canlı cenazeye çeviren eziyet… En yakını, hatta annesi babası bile farkına varmadan eşleri, patronları veya sevgilileri tarafından uygulanan psikolojik şiddet içinde yaşayan ve antidepresanlara muhtaç, en elit ve aydın kesimden en alt sınıfa kadar bu duruma maruz kalan o kadar çok kadın var ki… Onlar da ayrıca kurtarılması gereken bir güruh belki de… Maalesef bu da madalyonun öteki kısmı…

(Başkent Gazetesi, 28.02.2022)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN