Post image
Saltanatın İlgasından Cumhuriyet’e

Fikret İLKİZ

Bu topraklar üzerinde toprak olabilmenin ve yaşayabilmenin hakkını sağlayan Devletin kuruluşunda Cumhuriyetin harcı vardır.

Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya anlatıyor…

Sayın Tunaya, 1 Kasım’ı 2 Kasım 1922 ye bağlayan geceyi “tarihsel yanıtın verildiği gece olarak” adlandırıyor.

“Saltanatın kaldırılması. O gece kandildi. Mustafa kemal Paşa durumu şöyle anlatır: ‘…Bugün o gündür. İnşallah hayırlı bir tesadüftür. Arabi tarihiyle bu akşam yevmi veladetin senei devriyesine tesadüf ediyor.”

Saltanatın kaldırılması tepkilerle karşılanır…

Meclis’te sert tartışmalar yaşanır. Dr. Rıza Nur’a göre, İstanbul’da “Hakimiyete sahip bir hükümet yok… Biz hükümetiz! diye iddia eden bir heyet vardır.” Mazhar Müfit’e göre sorun basittir, Babıali yıkılmalıdır. Vahidettin’in ismi Vahimüddin’e çevrilmiştir. Rauf Bey (Orbay) Halife’nin İslam dünyasını aldattığı kanısındadır. Erzurum Mebusu Nusret Efendi bir soru sorar. “Biz kabristanda mıyız? Babıali öldü, saray öldü. Ölülerle muhabere edilir mi hiç?”

En son Mustafa Kemal konuşur. Şiddet ve hiddetleri enerjiye çevirir ve İslam tarihini özetleyerek bir dönüm noktasını açıklar. Meclisten başka bir “saltanat makamı” ve bir “hükümet heyeti” yoktur. “Hilafet ne olacaktır, saltanat kalkarsa? Saltanat makamında millet oturuyor. Hilafet makamında da kudretsiz, sığıntı ve aciz bir şahıs değil, dayanağı Türkiye devleti olan bir yüksek şahsiyet oturacaktır (T.B.M.M Zabıt ceridesi 1960 baskısı s. 173,276,290,306,311,312. Tunaya, Tarık Zafer. Devrim Hareketleri İçinde Atatürkçülük. Cumhuriyet Gazetesi yayınları. Eylül 1997)

“O gece, Sultan’ın başından alınan taç ‘millet’in başına konmuştur.”

Saltanatın kaldırılması ile gerici ve tutucu anlayışların harabe halindeki kadrosunun bekçiliğini yapan imparatorluk yıkılmıştır.

1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun 1. Maddesi yola çıkışın ilk adımlarından birisidir. “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir.”

Kişisel hükümet, iflas etmiş hükümet kurumlarıyla birlikte ve hükmetme hali ortadan kaldırılmıştır. Önce “sultanlık” kaldırılacak, sonra Halifelik son bulacak ve ardından Cumhuriyet kurulacaktır.

Sayın Tunaya’nın anlatımıyla; “Ve yıkılanlar, bütün kökleri sökülerek, kaldırılıp toplum hayatının dışına atılacaktır. Bunlar Atatürk’ün tanımıyla “müessesatı zaile”dir (çürümüş kurumlar). İhtilalin kafası bu gibi gereksiz ve asalak “müesseseleri” kabul edemezdi. “Bir Cumhuriyet ne cahiller tarafından kurulabilir ne de cehalete dayanabilir”di (İnkılabın mübrem mantığı. Hakimiyeti Milliye 27 Şubat 1924).”

Doğu’da ilk kez demokratik Cumhuriyet kurulmuştu.

İlk kez köylü milletin efendisi olarak ilan edilmişti. Cumhuriyet; ilk kez dini dünyadan ayırmış, uygar insanlığın ortak bir aile olduğunu kabul etmenin gericilikle ve irticai olaylarla baş etmenin aklı olduğunu duyurmuştur.

Cumhuriyet şark kafasıyla savaşmıştı.

O yıllarda İslam dünyasının özleminin dile getirildiği “Ehli İslam” yanlıları Atatürk’ün Halife olmasını istemişler ve Halifeliği teklif etmişlerdir. Mustafa Kemal’in yanıtı; konusu, anlamı olmayan efsaneli bir sıfatı takınmak gülünç olmaz mı? olmuştur (Nutuk 1927 bası s. 611-612). Anayasa hukuku anlamında saltanatın ilgası, hakimiyetin (egemenliğin) millete mal olması demektir. Hükümet anlamında ele alınan Halifelik de milletin temsilcisi olan TBMM’ne verilmiştir.

1921 Teşkilatı Esasiye Kanununda yapılan değişiklikle 29 Ekim 29123’de Cumhuriyet rejimine ulaşılmıştır.

1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu ile Meclis Hükümet sistemi sürdürülmüştür.

Tarık Zafer Tunaya’nın sözleriyle bitirelim: “Türkiye, me’sut, muvaffak, muzaffer ve müreffeh bir devletin adı olmalıdır. Bir cehalet ve hurafeler ülkesi değil.”

Cumhuriyet ilanından önce yaşananları anımsamalıyız…

“Halka bağımsızlık değil, çoban (Padişah – Halife) gerek, ulusal devlet amaç değil, araç olmalıdır, Osmanlılık, sosyal ve siyasal organizasyon olarak devam etmelidir” diyenler mi istersiniz? Yoksa şark kafasının mimarı olmak isteyen şeriat yanlılarının Cumhuriyet rejimine küfürlerini mi?

Şark kafasının mimarlarına göre batılı olmak ahlaksızlıktı, sarhoşluğun artmasıydı, Florya’da kadınların denize girmesiydi…Reform demek küfürdü. Osmanlı toplumunu her türlü yenilik ve canlılık duygusunun ölü olduğu bir toplum cesedine dönüştürmek istiyorlardı. Bazı hocalar TBMM’nin şeriata uymayan kanunlarına boyun eğmemeyi vaaz ediyordu…

Bugün yaşananlar ise Cumhuriyetin tüm kazanımlarının ve değerlerinin reddiyatı üzerine kurulu bir zihniyetin ayak sesleridir…

Çürümüş kurumların yeniden getirilmesi için çaba gösterenler ülkeyi cehaletleriyle yönetmek ve siyasal iktidarlarını sürdürmek için adım adım Cumhuriyeti didik dikik etmekten geri durmuyorlar.

Bilmeliyiz ve farkında olmalıyız!

29 Ekim 2018

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN