Post image
Özgürlüğe dans…

Sungu ÇAPAN

Ünlü dansçı Nureyev’i konu edinen “Beyaz Karga” gösterimde.

11 yaşında girdiği Çarlık bale okulunda ortaya çıkmış olağanüstü yeteneklerini çok daha geliştirerek zirvede geçirdiği başarılı bir sanat hayatının ardından birtakım saplantılara ve mistik bunalımlara kapılıp yavaş yavaş aklını yitirerek 61 yaşında ölmüş, Polonya asıllı, efsanevi Rus dansçı ve koreografı Nijinski’nin (1889-1950) varisi sayılan ve kuşkusuz bale tarihinin en iyi dansçılarından biri olan, birçok ülkede konuk dansçı ve koreograf olarak çalışmış Rudolf Nureyev’in 1993’de Paris’te AIDS’ten ölmesiyle sona eren 55 yıllık dramatik yaşamı sonunda beyazperdeye aktarıldı, İngiltere-Fransa ortak yapımı, 125 dakikalık “The White Crow-Beyaz Karga” filmiyle.

Nijinski’ye göre çok daha geç bir yaşta, 17’sinde, sonradan yıldızı olacağı Kirov balesine katılıp 6 yıl sonra 1961’de Kirov’un Paris turnesi sırasında peşindeki KGB ajanlarını atlatıp Le Bourget Havaalanı’nda Fransa’ya iltica edince vatan haini olarak ilan edilmiş, kariyerinde önemli roller oynayacak Maurice Bejart, Roland Petit, Martha Graham gibi dans dehalarıyla çalışmış, 1980’lerde Paris Opera ve Balesi’nde yöneticilik de yapmış, yeteneklerini sonradan modern dansta da denemiş olan, klasik repertuvarın en büyük yorumcularından, Tatar asıllı Rudolf Gametoviç Nureyev’in 1938’de Stalin’in baskıcı yönetimi altındaki Sovyetler Birliği’nde, Sibirya’da seyreden üçüncü sınıf bir tren vagonundaki doğumuyla başlıyor “Beyaz Karga”.

Mutsuz bir çocukluk

Adını eşsiz, benzersiz kişilere yakıştırılan bir Rus deyiminden alan ve bu deyime cuk oturan Nureyev’in, hep uzaklardaki bir Kızıl Ordu subayı olan babasının ilgi ve şevkatinden yoksun, yoksul annesi ve 3 kız kardeşiyle mutsuz bir çocukluk geçirdiğinin vurgulandığı film, “The Reader-Okuyucu”, “The Hours-Saatler” gibi filmlerinin senaristi, yazar, tiyatrocu ve yönetmen David Hare’in, Julie Kavanagh’ın 2007’de yayımladığı “Rudolf Nureyev: The Life” adlı biyografik kitabından esinlenerek yazdığı senaryodan çekilmiş. Yönetmense, yıllardır süregelen başarılı oyunculuk kariyerinden sonra “Coriolanus” ve “Görünmeyen Kadın” filmleriyle yönetmenlikte kararlı olduğunu da kanıtlamış, usta oyuncu Ralph Fiennes. Fiennes ayrıca Nureyev’e tüm tecrübesini bilgisini, desteğini aktarıp kol kanat geren, üstelik karısını ve evini de paylaşan hocası Puşkin’i de oynuyor.

Soğuk Savaş sahneleri

Kabaca iki bölümde gelişen filmin düz, kronolojik bir çizgide ilerlemeyen hikâyesini farklı zamanlar ve farklı atmosferler üzerinden, soğuk savaş sahneleri, gözalıcı dans-bale çekimleri ve çocukluğa-gençliğe ilişkin beylik geriye dönüşlerle anlatmayı yeğlemiş yönetmen Fiennes, becerikli montajcı Barney Pilling’in de katkısıyla, farklı, değişen zamanlarda gidip gelen, ilginçle orta karar arasında kalakalmış bir “bio-pic” imzalamış sonuçta.
Zaten Nureyev’in bütün yaşamını her yönüyle 2 saatlik bir filme sığdırıp yansıtmak iddiasından uzak bir biyografik film denemesi “Beyaz Karga”, örnekse Nureyev’in dillere destan biseksüelliği tek bir sahneyle geçiştiriliyor.

Finale doğru gerilim dozu yükselerek tavan yapan, heyecanlı bir casusluk serüveni sekansıyla soğuk savaş dönemine göz kırpmaktan da geri durmayan, ama yer yer dans çekimleriyle tekdüzeleşmekten de sıyrılamayan filmde, balenin-dansın asi genci Rudi’yi oynayan, ilk kez kamera önüne çıkmış Ukraynalı balet Oleg Ivenko, acemice, ama çok gayretli performansıyla filmin lokomotifi payesini hak ediyor.

Filmde, tanınmış Fransız romancı ve eski Kültür Bakanı Andre Malraux’nun genç yaşta kaybettiği oğlunun Şilili sevgilisi olup hava alanında Nureyev’i Batıya iltica etmeye ikna ettiren yakın arkadaşı Clara’yı da, Tunuslu yönetmen Abdellatif Keşiş’in lezbiyen sevişme sahneleriyle anımsanan, Altın Palmiye ödüllü, 2014 yapımı “La Vie d’Adele-Mavi En Sıcak Renktir”iyle parlamış olan tombikimsi dilber Adele Exarchopoulos canlandırıyor.

Diyeceğim Nureyev’in, hayatının bile önüne geçen dans tutkusuyla belgeselvari, ayrıntılı dans sahnelerinin ağır bastığı “Beyaz Karga” filmi, yeterince derinlikli ve etkileyici olamasa da, kuşkusuz seyre değer bir “bio-pic” sayılabilir sonuçta.

(Cumhuriyet, 21.06.2019)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN