Post image
Nazan Moroğlu: Şiddetle hukuk yoluyla mücadele

İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı, Avukat Nazan Moroğlu, kadına şiddet ve cinayeti son zamanlarda çok sık duyar hale geldiğimize dikkat çekerek “hukukta bile kadının ikincileştirildiğine” vurgu yaptı.

Umut Vakfı’nın düzenlediği 28 Eylül Bireysel Silahsızlanma Günü nedeniyle düzenlenen toplantıya katılan ve “Hukuk yoluyla şiddetle mücadele” başlıklı bir konuşma yapan Moroğlu, “Yaşam yürür yasalar değişir. Eğer değişmezse toplum geri kalır” dedi. Konuşmasında, kadına şiddetin tarihi  sürecine anlatıp, kadının korunması amacıyla hazırlanan İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili ayrıntılı bilgi veren Moroğlu, internetten bir tıkla silah alınmasını da eleştirdi. Geçen ay Van’da öldürülen kadının kapıya teslim getirilen kargonun teslim tutanağında imzasının bulunduğuna dikkat çekti. Her alanda kadın erkek eşitliğinin önemini de vurgulayan Moroğlu, sözlerini; “Demekratik ve huzurlu bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz. Kadının şiddetten korunup, kararlılıkla şiddetle, silahsızlanmayla mücadele için devletten kararlılık ve mücadele bekliyoruz” diye tamamladı. Moroğlu’nun toplantıda yaptığı sunum şöyle:

 

 Av. Nazan MOROĞLU

LL.M.,İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı, MEF Ü. Hukuk F. Öğretim Görevlisi

Kökleri tarih boyunca ataerkil kültürle yeniden üretilen aile içi egemenlik ilişkisinden kaynaklanan kadına yönelik şiddet,  kadının fiziksel, ruhsal, sosyal, cinsel ve ekonomik açıdan zarar görmesine, acı çekmesine, onurunun zedelenmesine, kendine özgüvenini yitirmesine ve kadınlara karşı ayrımcılığın sürmesine yol açan bir eylemdir.

Kadına yönelik şiddet bir insan hakları ihlalidir.

Aile içi şiddete muhatap olan veya tanık olan çocukların, şiddet uygulamaya eğilimli olduğu, okulda, sokakta ve yetişkin olduğunda kendi ailesinde şiddet uyguladığı görülmekte, şiddet sarmalı bir kısır döngü halinde devam etmektedir.

Kadına yönelik şiddet, kadınlarla erkekler arasında eşit olmayan güç ilişkisinden kaynaklanan toplumsal bir sorun ve bir halk sağlığı problemidir. Şiddet eşitsizlikten doğuyor ve şiddetin varlığı da eşitsizliğin devamına yol açıyor.

Kadınların özellikle karar alma süreçlerinde yeterince yer alamaması, ekonomik bağımsızlıklarının olmaması, kadınları şiddete karşı zayıf ve korumasız konuma düşürüyor ve çoğu kez şiddete katlanmaya yol açıyor.

Kadına yönelik şiddete yol açan nedenler çok yönlüdür.

Biyolojik, psikolojik, sosyal, ekonomik, kültürel nedenler yanında şiddetin önemli bir nedeni de, kadınların bağımsız yasal ve sosyal statüleri olması gerekliliğini karşılamayan, kadın erkek eşitliğine aykırı yasal düzenlemeler olmuştur. Kadının birey olarak dikkate alınmadığı bu eşitsizlik sonucunda erkeklerin, kadınların yaşam, davranış ve toplumsal etkinliklerini denetleme “hakkına” sahip oldukları anlayışı kökleşmiştir. Dolayısıyla, kadına yönelik aile içi şiddet, sadece aile içi dinamiklerden değil, toplumun yasalarla da pekiştirilen erkek egemen yapısından kaynaklanmıştır. Yasalarla, örf ve adetlerle, sosyal ve siyasal sistemle “meşru” kılınan ve sonunda “doğal”mış gibi algılanan bu eşitsizlikler, kadının nesneleştirilmesi ve erkeklere ait görülmesi, kadına karşı şiddetin temelini oluşturmuştur. Bu nedenle aile içi şiddet yüzyıllardır kadınlar tarafından yaşanan ama açıklanmayan, üstünde konuşmaya korkulan, geleneklerle korunan bir tabu olarak devam etmiştir. Örneğin, ülkemizde 2002 yılına  kadar yürürlükte olan Medeni Kanunda “koca ailenin reisidir” hükmü ve bu anlayışla yer alan kadın ve çocukla ilgili diğer kurallar  erkek egemen zihniyetin taşıyıcısı olmuştur.

Uluslararası Hukukta Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele

 Bilindiği gibi, insan haklarından kadınların eşit olarak yararlanmasını, yasalarda ve yaşamda var olan ayrımcılıkların kaldırılmasını sağlamak amacıyla hazırlanan ve 18 Aralık 1979 tarihinde kabul edilen Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinde, yaşamın her alandaki kadın sorunu ele alınmıştır. Ancak, (ingilizce adının baş harflerinden oluşan kısaca CEDAW olarak anılan) Sözleşmede “kadına yönelik aile içi şiddet” konusunda açık bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Oysa Sözleşme kadınların “birey” olarak haklara sahip olmasını öngörmekte ve kadınlara karşı ayrımcılığın kaldırılmasını esas almaktadır. Sözleşme müzakere edilirken, o dönemde Genel Kurul’da  kadınlara yönelik aile içi şiddetin bir “özel alan meselesi” olduğu iradesi hakim olmuş ve “aile içi şiddet”  konusunda bir kurala yer verilmemiştir.

Bu eksikliğin giderilmesi için küresel kadın hareketi bir on yıl daha mücadele vermek zorunda kalmıştır. Kadın hareketinin 1980’lerden beri süregelen uğraşları sonucu aile içi şiddet sorunu tartışılmaya ve şiddetle mücadele konusunda uluslararası hukukta adımlar atılmaya başlanmıştır.

BM Kadının Statüsü Komitesinin Ocak 1992 tarihli 11. Oturumunda kabul edilen 19 sayılı Genel Tavsiye kadına yönelik şiddetin önlenmesine hukuki temel oluşturmak açısından büyük önem taşımaktadır. Genel Tavsiyede “..Cinsiyete dayalı şiddet, kadının, kadın erkek eşitliğine dayanan haklarını ve özgürlüğünü zedeleyen bir ayrım biçimidir. Üye devletlere, aile içi şiddete ve her türlü cinsel istismara, tacize, tecavüze karşı tüm kadınları koruyacak yasaları çıkarmaya; taraf devletlerin, kadınlara karşı şiddetin sürdürülmesine neden olan davranışların, örf ve adetlerin ve uygulamaların niteliği ve yaygınlığı ile bunların sonucu olan şiddet türlerini Komiteye verdikleri Ülke Raporlarında belirtmeyi tavsiye eder” denilmiştir.

CEDAW Komitesinin 19 No.lu Genel Tavsiyesi kadınlara yönelik şiddeti “kadınlara kadın oldukları için yöneltilen ve/veya kadınları orantısız olarak etkileyen şiddet” olarak tanımlamıştır. Bir yıl sonra 1993’de Viyana’da toplanan BM İnsan Hakları Konferansında, “kadınlara yönelik şiddetin bir insan hakkı ihlali” olarak resmi nitelikli uluslararası mutabakat belgelerine girmesini sağlamıştır.

Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge

Uluslararası hukuk açısından kadına yönelik şiddetin önlenmesine ilişkin ilk  önemli belge, 20 Aralık 1993 tarihinde BM Genel Kurulunda kabul edilen “Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge”dir.

Bütün dünya ülkeleri bu Bildirge’nin kabul edilmesi için, “Kadına Yönelik Şiddet İnsan Hakları İhlalidir” söylemiyle yürütülen bir imza kampanyasına destek vermişlerdir. Dünyanın her yerinde kadınlara karşı uygulanan şiddet konusunda acilen önlem alınması talebiyle açılan bu imza kampanyasında Türkiye koordinasyonunu İ.Ü. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi üstlenmiş ve NGO’larla işbirliği içinde imzaların toplanmasına destek vermiştir. Kampanyaya katılan ülkeler arasında Türkiye 30.000’den fazla imza  toplayarak birinci sırayı almıştır.

“Kadınlara Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Bildirge”de, şiddetin önlenmesi, failin cezalandırılması ve şiddete uğrayanın korunması konusunda Devletlere düşen sorumluluklar ve görevler ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Bildirge’de, Devletlerin iç hukuklarında ceza, medeni, idare ve iş hukuku ile ilgili kanunlarında “şiddet uygulayanın cezalandırılması ve kadınların sahip oldukları haklar konusunda bilgilendirilmeleri ve bu konuda NGO’larla işbirliği yapılması” öngörülmüştür. Ayrıca, özellikle şiddete uğrayanların güvenliği ve fiziksel ve psikolojik rehabilitasyonu için Hükümet bütçesinde yeterli ödenek ayrılması hususu da önemle vurgulanmıştır. Birleşmiş Milletler uzman kuruluşlarının rolüne de değinilen Bildirge’de kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda bilginin yaygınlaştırılmasına ayrıntılı olarak yer verilmiştir.

Bildirge, hukuki bağlayıcılığa sahip olmadığı halde, kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi açısından içerdiği ilke ve kurallar, tüm devletlerce dikkate alınmakta ve yapılan iç hukuk düzenlemelerine dayanak oluşturmaktadır. Nitekim, Türkiye’de 1998 yılında kadına yönelik şiddetle mücadele açısından önemli bir yasal temel oluşturan 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun kabul edilmiştir.

CEDAW  No. 35 Genel Tavsiye

Kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi küresel bir mücadeledir. Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi bilgi olarak yaygınlaşmasına rağmen henüz Avrupa dışında dünya devletlerince onaylanmamış olduğu görülmektedir. Bu nedenle CEDAW Komitesinin 14 Temmuz 2017 tarihinde kabul ettiği 35 No.lı Genel Tavsiye, Birleşmiş Milletlere üye devletlerce şiddetle mücadelenin önemli hukuki temelini oluşturmaktadır.

İstanbul Sözleşmesi

Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle çok yönlü mücadele amacıyla hazırlanmış olan  “Kadına Yönelik Şiddetin ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılmıştır.  Bu nedenle, uluslararası alanda İSTANBUL SÖZLEŞMESİ olarak anılmaktadır.

Türkiye, sözleşmeyi ilk imzalayan ve onaylayan ülke olmuştur. Sözleşme, yürürlük maddesi gereğince 10 ülkenin onaylamasının ardından 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Sözleşmenin amacı, kadınları ve aile bireylerini şiddetten korumak (Protection) kadınlara yönelik şiddet ve aile içi şiddeti kovuşturmak (Prosecution); önlemek (Prevention); şiddet mağduruna ve failine yönelik destek politikaları oluşturmaktır (Policy).

Sözleşme, uluslararası hukukta kadınlara karşı şiddet ve aile içi şiddet konusunda;

   * Yaptırım gücü olan,

   * Bağlayıcı,

   * Bağımsız bir izleme mekanizması  kurulmasına yer verilen,

   * Şiddetin kadın erkek eşitsizliğinin bir sonucu olduğunun vurgulandığı

    ilk Sözleşme niteliği taşıyor.

Sözleşmenin Giriş bölümünde şiddetin nedenlerine, yol açtığı olumsuzluklara ve şiddeti önlemek için yapılması gerekenlere değinilerek;

  • Kadına yönelik şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinden kaynaklanan tarihsel bir olgu olduğu ve bu güç ilişkisinin erkekler tarafından kadınlar üzerinde baskı kurulmasına ve kadınlara yönelik ayrımcılık yapılmasına yol açtığı ve kadınların ilerlemelerini engellediği,
  • Kadınlara yönelik aile içi şiddet, cinsel istismar, tecavüz, zorla, erken evlendirme, “namus” cinayetleri ve bir insan hakları ihlali olan şiddetin kadın erkek eşitliğini sağlamanın önündeki en büyük engel olduğu,
  • Çocukların aile içindeki şiddete tanık olmak da dâhil aile içi şiddet mağduru oldukları,
  • Kadın ve erkek arasında yasal ve fiili eşitliğin gerçekleşmesinin kadına yönelik şiddeti önlemede önemli bir unsur olduğu vurgulanmıştır.

Sözleşmenin uygulanmasında ulusal azınlık, cinsel yönelim, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci olma gibi herhangi bir ayrım gözetilmemesi hükme bağlanmıştır.

Sözleşme, şiddetin önlenmesi konusunda bir yol haritası çizmiş; taraf devletlerce yapılacak uygulamalar ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir:

  • Farkındalığı arttırma
  • Uzmanların eğitimi
  • Önleyici müdahale ve tedavi programları
  • Özel sektör ve medyanın katılımı
  • Psikolojik ve hukuksal destek hizmetleri,
  • Erken ve zorla evliliklerinin suç sayılması ve iptali,
  • Eşgüdümlü, toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar geliştirmesi
  • Koordinasyon biriminin kurulması
  • Şiddet eylemleri hakkında istatistiki ve düzenli verinin toplanması
  • Sığınakların kurulması,
  • Acil yardım hatlarının açılması,
  • Çocuk tanıklar için koruma,
  • Sağlık hizmetleri,
  • Göçmen ve sığınmacıların korunması,
  • Bedensel zarar görenlere tazminat,
  • Namus, din, gelenek, görenek, kültür adına yapılan savunmaların

Kadına yönelik şiddetin gerekçesi olarak kabul edilmeyeceği,

  • Adli yardım hizmetleri konularına ayrıntılı olarak yer verilmiştir.
  • Sözleşmede, taraf devletlerin toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına yönelik şiddet konularının eğitimin her düzeyinde müfredata eklenmesini hükme bağlanmıştır.

İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliği şiddetin önlenmesi ve şiddetle mücadele alanında devletin kurumsal mekanizmalar oluşturmasını zorunlu kılmasıdır.

Sözleşmenin etkin uygulanmasının sağlanması için Avrupa Konseyinde bağımsız bir izleme mekanizması (GREVIO) kurulmuştur.

Türkiye, ilk Resmi Raporunu 2017 yılı Temmuz ayında vermiştir. GREVIO’ya Resmi Rapor yanında ayrıca kadın kuruluşları tarafından Gölge Raporlar da gönderilmiştir.

GREVIO yaptığı incelemelerden sonra Türkiye’ye ilişkin ilk Değerlendirme Raporunu 15 Ekim 2018 tarihinde açıklamıştır.

GREVIO Türkiye Raporunda; İstanbul Sözleşmesinin kabulünün ardından kadınlara yönelik ve aile içi şiddetle mücadele kapsamında atılan olumlu adımlara değinildikten sonra, uygulamada kadınlara yönelik şiddetle mücadelede eksikliklere ve engellere dikkat çekilmiş ve yapılması gerekenlere ilişkin önerilerde bulunulmuştur.

TÜRK HUKUKUNDA 2012 yılında çıkarılan  6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun başta olmak üzere şiddetin türlerine göre diğer yasalardaki hükümlerden de yararlanarak hukuk yoluyla kadına yönelik şiddetle mücadelede edilmektedir. Örneğin, ekonomik şiddet konusunda Medeni Kanun’dan, fiziksel şiddet konusunda Ceza Kanunundan yararlanılmaktadır.

6284 sayılı yasa şiddetle mücadelede ve şiddetin önlenmesinde önemli adımlar atılmasını sağlayacak niteliktedir:

  • Amaç: şiddete uğrayan ve şiddete uğrama tehlikesi bulunanları korumak, şiddeti önlemek (md.1/f.1)
  • Kapsam: herhangi bir ayrım yapmadan, medeni durumlarına bakılmaksızın kadınlar, çocuklar ve aile bireyleri (md.1/f.1)
  • Yasanın uygulanmasında temel ilkeler:

     Anayasa, uluslararası sözleşmeler ve özellikle İstanbul Sözleşmesinin esas alınacak olması, (md.1/f.2 a)

     şiddet mağduruna temel insan haklarına ve kadın erkek eşitliğine duyarlı, sosyal devlet ilkesine uygun, adil, etkili ve süratli destek ve hizmet verilmesi, (md.1/f.2 b)

tedbir kararının insan onuruna yaraşır bir şekilde yerine getirilmesi, (md.1/f.2 c)

  • kadına yönelik şiddetin, cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ve kadının insan haklarını ihlal eden bir tutum olarak tanımlanmış olması, (md.2/f.1 ç)
  • şiddet, ev içi şiddet ve kadına yönelik şiddetin ayrıntılı olarak tanımlanması, (md. 2/f. 1 d)
  • 7 gün 24 saat esasına göre çalışacak şiddet önleme ve izleme merkezlerinin kurulacak olması; (md.2 /f.2 f).

Kadına yönelik aile içi şiddeti önlemek için;

  • şiddetin olumsuz etkileri ve şiddet konusunda farkındalık yaratmak, sessizlik çemberinin kırılmasına destek vermek üzere sivil toplum kuruluşlarına, görsel ve yazılı medyaya,
  • kanun konusunda bilgilendirme toplantıları düzenlemekte üniversitelere; Barolara; kadın kuruluşlarına, kent konseylerine,
  • kanunun amacına uygun uygulanmasında kolluk kuvvetlerine; Aile Mahkemelerine, Mülki İdarelere, Adli Tıp Kurumuna, Baroların Adli Yardım Bürolarına,
  • mağdura destek programları için sosyal hizmetlere; sendikalara, Bakanlık teşkilatına, kadın danışma-dayanışma merkezlerine,
  • şiddete uğrayanın ilk anda koruma altına alınabilmesi, sığınma evleri açılması için öncelikle yerel yönetimlere,
  • okul öncesi eğitimden başlayarak eğitimin her kademesinde öğrencilere toplumsal cinsiyet eşitliği, demokrasi, insan hakları konularında duyarlılık, şiddet konusunda farkındalık yaratacak programlara müfredatta yer verilmesi için Milli Eğitim Bakanlığına,
  • adeta yaşamın bir parçası haline getirilen TV dizilerinin ve şiddet içeren diğer programların değerlendirilmesi ve kamu spotları hazırlanması için RTÜK’e,
  • şiddetin olumsuzluklarını kamuoyuna yansıtmakta medyaya,
  • ilgili her kuruma, kadın erkek herkese görev düşmektedir.

Kadına karşı şiddetle, aile içi şiddetle etkin mücadele, ancak devlet kurumlarının, hükümetlerin kararlı tutumu ile uzun yıllardır bu alanda mücadele eden STK’ların, kadın kuruluşlarının deneyimlerinin bir araya getirilmesiyle mümkün olabilir.

Günümüzde kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin önlenebilmesinde yasal ve kurumsal önlemlerin yanında, öncelikle bireysel silahsızlanma konusunda kararlı bir devlet politikasına ihtiyaç vardır.

28 Eylül 2019

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN