Post image
Marquez rehberliğinde ‘Kızıl Avrupa’

fft1_mf27626

Esra AÇIKGÖZ

Gabriel Garcia Marquez’in ölümünden sonra yayımlanan ‘Doğu Avrupa’da Yolculuk’ kitabı 1950’lerin sosyalist dünyasında gezdiriyor okuru.

Edebiyatın güçlü kalemlerinden Gabriel Garcia Marquez’in ‘Doğu Avrupa’da Yolculuk’ kitabıyla tarihi bir geziye, Kızıl Dünya’nın ötesine geçmeye ne dersiniz? Kendi topraklarındaki acıları, eşitsizlikleri anlatan Marquez, bu sefer duvarları 2. Dünya Savaşı mermileriyle delik deşik, köprüleri yıkık ülkeleri, yoksulluğu paylaşan insanları anlatıyor. 2014’te hayata veda eden Nobel’li yazarın ölümünden sonra çıkan kitap, diğer yazdıkları arasında başka bir yerde duruyor. Çünkü bu, Marquez’in gazetecilik yaptığı 1950’li yıllarda Sosyalist ülkelere yaptığı gezileri içeriyor. Bu anlatılarda da edebiyatın gücünü kullanıyor Marquez. Okuru, betimlemeleriyle Doğu Almanya’dan başlayıp Çekoslovakya, Polonya, Macaristan ve Soyvetler Birliği’ne uzanan bir serüvene çıkarıyor. 2. Dünya Savaşı’ndan çıkmış ‘Kızıl’ ülkelerdeki insanların yaşamlarına misafir ederken, Sovyet Rusya’nın yıkılmasına kadar süren meşhur ‘Soğuk Savaşı’n ilk zamanlarına da tanıklık ettiriyor bizi. Bu, öyle yukardan bakılan bir tarih değil, evlere, yaşamlara giriyor. Anlamak ve anlatmak derdiyle gittiği için mümkün olduğunca çok insana dokunuyor. Dönemin toplumsal ve siyasal gelişmelerini aktarıyor, yorumluyor.

Bir yeri tanımak için en iyi yöntem, yerde yol almaktır. Marquez de onu yapıyor. “Demir Perde’ye gerçekten nüfuz edebilmek için tek yol karayoluydu” diyor yolculuğun başlangıcını anlatırken. Fakat o dönem için tehlikeli bir yolculuktur bu.

İŞTE DEMİR PERDE

“Akşam güneşi sanki savaşın ertesi günüymüş gibi hala pistallar ve silahlar altında ezilmişe benzeyen ekilmemiş toprağın üzerine vurmuştu. İşte burası Demir Perde’ydi.” Soğuk Savaşı, en sıcak Batı Almanya’dan Doğu’ya geçtiğinde hissediyor. Bir duvarlık uzaklığın aslında ne kadar büyük olabileceğini de… Yazın Amerikalı turistlerin akınına uğrayan, ABD’deki en iyilerle eşdeğer hizmet verdiği halde günlüğü 1 dolar olan otelleri bulunan, sadece son model otomobillerin olduğu Batı Berlin’in ekonomik gücüyle bağdaşmayan bu refah görünümünün; ‘anahtar deliğinden tek gözle bakarak ağzı bir karış açık bu manzarayı seyretmekte olan Doğu Almanya’yı şaşkına çevirme yolunda kasten harcanan bir çaba’ olduğunu fark ettiğinde, şehirlerin nasıl da kapitalizmin propaganda aracı olabildiğini görüyor. Tıpkı Doğu Almanya’da işçilerin, ‘proleterya iktidardayken proleterlerin kendi kendilerini protesto etmek için kullanmaları saçma’ olacağı için tek silahları grev haklarının ellerinden alınmasıyla halkın ‘sosyalizm’ kelimesiyle nasıl köşeye sıkıştırıldığına tanıklık ettiği gibi.

‘Naylon Çoraplar Çek Kızları İçin Birer Mücevher’ başlıklı yazısında, bir çift çoraptan bile bize bir ülkenin siyasi, ekonomik yapısına dair çıkarım yaptırıyor. Ya da ‘İçin İçin Kanayan Polonya Üzerine Gözlemler’de kararnameyle, semtlerde halk müziği ve Güney Amerika şarkıları yayınlayan hoparlörlü kamyonların gezerek, zoraki neşe uyandırma girişimine rağmen halktaki durgunluğu görüyor. Varşova’da en çok kitap evleri etkiliyor onu, bir de ‘isyankarlıkla yoksulluğuna göğüs geren’ Polanyalıların okuma sevgisi.

MOSKOVA DÜNYANIN EN BÜYÜK KÖYÜ

Ve sonunda Moskova’dayız. Moskova’yı dünyanın en büyük köyü olarak tanımlıyor Marquez, yorucu, şaşırtıcı, ağaçsız, uçsuz bucaksız arazilere bakarken başı dönüyor. Zaman ve mekân algısı bozuluyor. Özel mülkiyet olmadığı için çitlerle ayrılmayan araziler, daha da heybet katıyor. Sovyet halkının, gazetelerdeki güncel haberlerden habersiz olması başka bir şaşkınlık yaşatıyor. “Marilyn Monroe’nun kim olduğunu bilen tek bir Sovyet insanına rastlamadım” demesi boşa değil.

Kimi eleştirileri yüzünden ‘solcular’, kimi tespitleri nedeniyle de ‘sağcılar’ tarafından topa tutulmuş olması muhtemel bu izlenimlerle aslında gerçek sosyalizm üzerine önemli işaretleri gösteriyor Marquez. Kim bilir belki de bunlar o zaman görülseydi başka bir dünya mümkün olabilirdi…

DOGUDOĞU AVRUPA’DA YOLCULUK
Gabriel Garcia Marquez
Çevirmen: İnci Kut
Can Yayınları, 2016
139 sayfa, 13 TL.

(Hürriyet Radikal Kitap, 21.10.2016)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN