Post image
Kendi yıkılan dünyasının peşinde

tugcemadayantisenTUĞÇE MADAYANTİ DİZİCİ @madayantii

California’da deprem olursa nasıl olur diyen filmin hikâyesi yeni bir şey sunmak yerine daha önce izlediğimiz afet filmlerindeki aynı matematiği kullanmakla yetinse de görsel olarak etkileyici hatta epik kategorisine yakın bir ziyafet sunuyor. Tahmin edilenin ötesinde hiçbir hamlesi olmayan film, 2015 model CGI teknolojisine (bilgisayar ile modelleme) sırtını yaslayarak çektiği sahneler koleksiyonunu arka arkaya sıralamaktan öteye geçemiyor. Hal böyle olunca, felaket bir felaket filmi olmaktan kıl payı kurtulmuş oluyor.

GİŞEYE OYNAMAK

Çok yakın bir zamanda Nepal’deki korkunç depremi ve bu felaketin insanlara neler yaşattığını deneyimledik. Film eğer hassasiyet göstermek adına gerçekçi görüntüleri kullanmadıysa bir dereceye kadar bu anlaşılabilir. Ancak mega-bir deprem olduğunda da burnu dahi kanamayan insanları sadece oradan oraya koştururken görmekle de deprem filmi izlenmiyor. Şehirde onca yıkım oluyor, gökdelenler devriliyor, yer yerinden oynuyor ama sanki kimsenin canı yanmıyor. Kabul, San Andreas gerçekçilik iddiası olmayan bir film ki bu zaten başrolde Dwayne Johnson’ın bulunmasından anlaşılıyor ancak gerçekçiliği bu kadar öteleyince her şey sahte ve kartondan geliyor. Yani kasti ve fazla hassasiyet üzerine, genç yaş bilet satışı kaygısı da eklenince aslında depremin ciddiyeti ortadan kalkıyor.

kendi-yikilan-dunyasinin-pesinde-49053-5

BİLİME KULAK VERİN

San Andreas, birbirleriyle hiç kesişmeyen iki hikâye çizgisini takip ediyor. Bunlardan biri, meslektaşı ile geliştirdikleri bir metotla, deprem olacağını önceden insanlara söylemeye çalışan bilim insanı Lawrence Hayes (Paul Giamatti) ve TV muhabirinin üniversitedeki hikâyesi. Paul Giamatti’nin varlığı, filmin ayağını yere bastıran en büyük unsur. Ne yazık ki çok üstün körü ve kısa sahnelerle filmin en ciddi ayağını oluşturan, bilime dayalı heyecan içeren sahneler sadece araya serpiştirilmiş. Gene de filmin kısık sesle olsa da “bilime kulak verin” demesi iyi bir şey. Şimdilerde ABD’de senelerin deneyimli sismologları filmdeki bilimsel hataları göstermek için birbirleriyle yarış halindeler. Ancak ben bile, depremden sonra gerçekleşen tsunami dev dalgaları şehri vurduktan sonra, suyun geri çekilmemesini garipsedim. Çünkü tsunaminin en büyük zararı bu gelgit sırasında verdiğini artık maalesef hepimiz öğrendik.

AFET FİLM KLİŞESİ

Bilim insanının sesi olan hikâye ile hiç kesişmeyen diğer mesele ise tam bir melodram. Ve üstelik diğer afet filmlerinden ezberlediğimiz üzere bu melodramda sadece 3-5 kişinin hayatı önemliymiş gibi davranılıyor. Ultra kaslı Afganistan gazisi, kurtarma helikopter pilotu, kahraman Ray (Dwayne Johnson) öncelikle boşanmak üzere olduğu karısı Emma’yı (Carla Gugino) kurtarıyor. Ardından bu ikili, manken vücudu olduğu en ilk sahnesinde gözümüze sokulan kızları Blake’i (Alexandra Daddario) kurtarmaya çalışıyorlar. Afet film türünün, kemikleşen bir adeti olarak karakterlerin en ufak derinlikleri yok. Aralarındaki ilişkiler ise bırakın seyirciyi senaristi bile ilgilendirmeyen tek düzelikte. Anne baba arasında geçen diyaloglar ise sadece “Hadi, gidip kızımızı alalım!” şeklinde gayet klişe. Zaten, “Hadi acele et” “Aman tanrım” dışında filmde pek bir diyalog yok diyebilirim. Anne baba ayrı bir serüven yaşarken de; filmin sevimli diyaloglarının ve şirin romantizminin kullanılması için 2 İngiliz kardeşle arkadaş olan genç kızımız Blake bu iki kardeş ile başka bir serüvene atılıyor. Ve işin en sıkıcı yanı tüm bu karakterlerin başına kötü bir şey gelmeyeceğini hepimizin, filmin en başından beri biliyor ve kabulleniyor olması. Hikâyeyi atınca da geriye, neyse ki çok başarılı yapılmış olan, görüntü efektlerinden başka bir şey kalmıyor.

MEGA-DEPREM

Juan Antonio Bayona’nın, The Impossible-Kıyamet Günü filminde, afete yaklaşımını hatırlayacaksınızdır. Üç çocuğu ile çıktıkları tatilde tsunami felaketine yakalanan bir karı kocanın öyküsünü anlattığı filminde, son derece gerçekçi işlediği bu felaketi ne kadar geniş ölçekte bizlere göstermeyi başarmıştı. Orada da bir aile birbirini bulmaya çalışıyordu ancak başkalarının hayatlarına da değer vererek yapıyorlardı bunu. San Andreas’ta ise mega-deprem oluyor, tahmini milyonların ölmesi gerekirken kimsenin gözüne kıymık dahi kaçmıyor ve üstelik bir kurtarma ekibi pilotu California yerle bir olurken, sadece kendi yıkılan dünyasını kurtarmanın peşinde koşuyor. Tüm yaratıcılığını görselliğe harcamış San Andreas filmi türün fanlarını hissettirdiği adrenalinle tavlayacaktır. Fakat klişelerle dolu yavan hikâyesi ile izlendiği an unutulacak bir filmden öteye geçemeyecektir. Konu deprem olunca hepimiz daha duyarlı, endişeli ve tedirginiz. O yüzden her şeyden önce depremle ilgili travma yaşamış veya depremden korkan çocuklar için ailelerinin dikkatli davranmalarını tavsiye ederim.

(Birgün, 01.06.2015)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN