Post image
Kadın cinayetlerinin düşündürdükleri…

 

Arkeolog Umut Devrim ERYARAR

Kadın cinayetlerinin arttığı ve İstanbul Sözleşmesi’nin tartışılmaya açıldığı şu günlerde yüreğimize oturan bir sancıyla yaşıyoruz. Kadın hakları ve emek mücadelesinde uzun bir yolculuğun içinde olan ülkemizin İstiklal Savaşı’nda özgürlük ve bağımsızlık uğruna gözlerini kırpmadan mücadele eden kadınlarının bir ülkenin uyanışına nasıl öncülük ettikleri bilinmelidir. İstiklal Savaşı’nın kadınlarımız olmadan kazanıldığını söyleyemeyeceğimiz gibi, Cumhuriyet aydınlanmasının da kadınlarımız olmadan hayata geçirildiğini söyleyemeyiz. Atatürk ilke ve devrimleri öncülüğünde laik ve eşit toplum yaratma çalışmalarının kadınlar olmadan başarıya ulaşamayacağı kesindir.

Günümüzde sosyal, kültürel, siyasal, hukuksal alanların dinselleştirilmeye çalıştırılması sonucunda kadınların ne yaşam hakları ne de özgürlükleri korunmaktadır. Kadın antik dönemden beri yaşadığı bir ötekileştirmeyle karşı karşıyadır. Oduseus’un oğlu Telemakhos annesine şöyle demiştir mesela;

“Haydi evine dön, bak işine gücüne

Git dokuma tezgâhına, ipliğine bak,

Buyur hizmetçilerine, işe göz kulak olsunlar,

Konuşmak erkeklere vergi, en başta bana,

Benim bu evin tek efendisi” (Homeros, ‘Odysseia’)

Ya da Menandros, “Namuslu bir kadının evinde kalması gerekir. Sokak erdemsiz kadınlar içindir.” demiştir. Ancak Aristophanes’in ‘Lysistrata’sında kadınların bu baskı ve düşünme şekline başkaldırdığı da görülmektedir. Bu bakış açısı sonucu, geçmişten günümüze kadınların evlerine kapatılarak ailelerine, eşlerine kendilerini adamaya koşullandırılmasıyla kadın haklarını savunmak da yine en çok kadınlara kalmıştır.

Kadınların toplumda eşit bireyler olarak yaşaması için verilen mücadelede kullanılan pozitif ayrımcılık, kadın kotası, kadın kolları vb. sözcükler de düşünsel ve dilsel ayrımsallaştırıcılığı yansıtmaktadır.

Kadınlar bir toplumun yarısı ve eşit bireyleridir. Bu nedenle kadın hakları için verilen mücadelede kadınları kotalarla ya da pozitif sözcüklerle sınırlandırmak, ayrıştırmak yerine eşit bireyler olduklarının kabul edilmesi ve yaşamın tüm alanlarında söz hakkının yarısının kadınlarda olduğunun farkına varılması gerekmektedir. Erkek şiddeti ve egemenlik anlayışından vazgeçilmesi için de öncelikle erk sahipleri kendilerine “sınırlar” koymalıdır.

Korunmaya çalışılanın kadın değil erkek egemenliği olduğunun farkında olarak, hafifletici nedenlerle hoş gösterilmeye çalışılan erkek şiddetinin ortadan kalkması için gerekli düzenlemelerin bir an önce yapılması zorunludur. Ayrıca çocukların erkek sapkınlık ve şiddetine maruz kalması, tecavüzcüsüyle evlendirilmeye çalışılması ya da çocuk yaşta “gelin” olmasının yolunu açan yasaların çıkarılmaya çalışılmasına da; hayvanlara yapılan işkence ve tecavüzlerin cezasız kalmasının da karşısında olunmalıdır.

Dünya, doğa, insan bir bütün olarak değerlendirilmeli ve “insan” olmaktan gelen haklar yeniden hatırlanmalıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde; Madde 1: “Bütün insanlar özgür; onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.” ve Madde 3: “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.” denmiştir. Bu noktada kadın hakları yasalarla korunmak zorundadır ve yeni çıkarılacak yasalarla fiziksel, psikolojik şiddet uygulayan her birey toplumda caydırıcılığı yüksek olacak şekilde cezalandırılmalıdır.

#İstanbulSözleşmesiYaşatır

(İzgazete, 04.08.2020)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN