Post image
İstanbul Üniversitesi Fahri Doktoru AİHM Başkanı Yargıç Spano

Fikret İLKİZ 

Adli Yıl açılışları sırasında AİHM Başkanı Robert Ragnar Spano Türkiye’ye geldi, “resmi” ziyaretlerini tamamladı ve gitti.

İstanbul Üniversitesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Başkanı Robert Ragnar Spano’ya “Fahri Doktora” unvanı verdi. Bu ünvanlı kişiler çoğaldı, kimlere verilmedi ki!

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Başkanı ve Türkiye’den “fahri doktora” ünvanlı Yargıç ne dedi?

Yapılan törende AİHM Başkanı: “Eleştirel bakış yoksa toplum gelişemez. Düşünce özgürlüğü ve ifade özgürlüğü, akademik dünyada da aynı şekilde önemlidir. Bana takdim edilen bu ayrıcalıklı ödülü de demokrasinin korunması, insan haklarının gözetilmesi, hukukun üstünlüğü ve akademik özgürlük adına kabul ediyorum” dedi.

Üniversitenin web sayfasında yer alan haberde AİHM Başkanı Robert Ragnar Spano’nun konuşmasının tam metni yer almıyor, tıpkı Türkiye’yi ziyaretindeki diğer konuşmaları gibi…

Ancak Mahkemenin resmî web sitesinde AİHM Başkanının Türkiye’yi ziyaretine yaptığı tüm konuşmaları ile 4 Eylül 2020’de İstanbul Üniversitesinde yaptığı “Akademik Özgürlük- Demokrasideki Temel Rolü” başlıklı konuşma metni yayımlanmış.

Bu konuşmasında; eski bir akademisyen olarak hukukun üstünlüğüyle yönetilen bir demokraside akademik özgürlüğün ve ifade özgürlüğünün rolünü vurgulama fırsatı verilmesinden dolayı İstanbul Üniversitesine memnuniyetini ifade etmiş.

AİHM’si Başkanı; “Akademik dünya bir demokraside rol oynamalıdır. Eleştirel ve bağımsız düşünce çok önemlidir, tartışma ve muhalefet olmadan demokrasi olamaz.” Konuşmasında “İktidardakiler konuşma özgürlüğünü engelleyemez. Bir kişinin kendini ifade etme hakkına müdahale yalnızca istisnai durumlarda kabul edilebilir. Özellikle, akademik özgürlük Avrupa Sözleşmesinin 10.Maddesi kapsamında korunmaktadır.” demiş.

İstanbul Üniversitesi mensupları, öğretim üyeleri ve davetliler dinlemiş.

Konuşmasında; akademik özgürlüklerle ilgili AİHM Kula / Türkiye kararını ve Anayasa Mahkemesinin “Barış İçin Akademisyenler Bildirisihakkındaki Temmuz 2019 kararını örnek göstermiş.

24 Nisan 2006’da Profesör Onur Bilge Kula tarafından yapılan Başvuruda, AİHM disiplin cezasını ifade özgürlüğünün ve akademik özgürlüklerin ihlali saymıştır. İlk örnek budur ve 18 Haziran 2018 tarihli bu karar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin İkinci Bölüm Kula/Türkiye kararıdır ((Başvuru No. 20233/06).  

Başvuran M. Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Çeviri Bölümünde Profesör olarak görev yapan Alman dili uzmanıdır.  31 Mart 2001 günü bir kamu televizyon kanalında canlı olarak yayımlanacak olan “Avrupa Birliği’nin Kültürel Yapısı ve Türkiye’deki Geleneksel Yapı – Kimliklerin ve Davranış Biçimlerinin Karşılaştırılması – Muhtemel Sorunlar ve Çözüm Önerileri” konulu televizyon programına 31 Mart 2001 ve 14 Nisan 2001’de söz konusu programın bir başka bölümüne de katılmıştır. Çalıştığı üniversitenin izni olmadan İstanbul’da söz konusu programa iki defa katıldığı gerekçesiyle hakkında disiplin soruşturması açılmıştır. Önce sekizde bir oranında aylıktan kesme cezasına çarptırılmış itiraz üzerine daha hafif bir ceza olan kınama cezası verilmiştir. Adana İdare Mahkemesi cezanın iptali başvurusunu reddetmiş, Danıştay temyiz başvurusunu reddetmiştir.

Başvuran, kınama cezası verilmesi nedeniyle, ifade özgürlüğünün ve ayrılmaz bir öğesi olan akademik özgürlüğünün ihlal edildiği iddiası ile AİHM’sine başvurmuştur.

AİHM, Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğini ve aynı zamanda fikirlerin iletilme usulünün de korunduğunu hatırlatarak esas sorunun, başvurucunun öğretim görevlisi olarak ifade özgürlüğünü kullanmasına yönelik müdahale olduğu kanaatine varmıştır. AİHM’si “bu meselenin açıkçası, ilgilinin ifade ve eylem özgürlüğü, bilgi iletme özgürlüğü ile “araştırma yapma ve bilgi ve gerçeği kısıtlama olmaksızın yayma” özgürlüğünü güvence altına alması gereken akademik özgürlüğünü ele aldığı kanısındadır.”

Mahkeme dolayısıyla, başvurana, amirlerinin izni olmadan ikamet ettiği il dışında bir televizyon programına katılması nedeniyle verilen kınama cezasının, ne kadar küçük olursa olsun, ifade özgürlüğünün ilgili tarafından kullanılması üzerinde etkileri olabileceği ve hatta bu bağlamda caydırıcı bir sonuç doğurabileceği kanaatine varmış ve Sözleşme’nin 10. maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.

Kula / Türkiye kararına göre; demokratik toplumda temel ilkelerden biri olan hukukun üstünlüğünün, Sözleşme’nin maddelerinin tamamına bağlı bir nosyon olduğunu hatırlatan AİHM’sine göre “Hukukun üstünlüğü bilhassa, iç hukukun, Sözleşme ile güvence altına alınan haklara kamu gücünün keyfi müdahalelerine karşı kesin bir koruma sağlamasını gerektirmektedir”.

AİHM’si Başkanının hatırlattığı ikinci karar Anayasa Mahkemesinin Temmuz 2019 tarihli kararıdır. Yani AİHM’si Başkanı, Anayasa Mahkemesinin “Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri(Başvuru Numarası: 2018/17635 Karar Tarihi: 26/7/2019) kararını örnek göstermiştir.

AİHM’si Başkanı konuşmasında; Anayasa Mahkemesinin bu kararında başvurucuların akademisyen kimliklerine özel dikkat gösterdiğini ve başvurucuların “daha geniş özgürlüklerden yararlandıklarını” ve bu kişiler, yani akademisyenler için katı korumanın gerekli olduğunu şiddeti övmeyen veya yücelten ifadeler yerine kullandıkları “akademik ifadeler” karşısında demokratik bir toplumda kamu yetkililerinin eleştiriye müsamaha göstermesi gerektiğini ifade etmiştir.

Hatırlayalım AİHM Başkanının hatırlattığı 26 Temmuz 2019 tarihli “Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri” hakkındaki AYM kararı şöyle bitiyordu:

“En geniş siyasi özne olan devlete yönelik eleştirinin sınırlarının bireylere yöneltilen eleştirilere göre çok daha geniş olduğunda bir tereddüt olamaz. Yaklaşık on ay boyunca on bir şehirde terör örgütüne karşı yürütülen ve milyonlarca insanın hayatını etkileyen operasyonların kamuoyu tarafından takip edilmesi ve operasyonlar hakkında farklı değerlendirmeler yapılması normal karşılanmalıdır.

Başvurucuların imzaladığı bildirideki düşüncelerin toplumun büyük çoğunluğunun düşüncelerinden açıkça farklı olduğu ortadadır.  Ancak tam da bu sebeple bu tür açıklamaların korunması noktasında daha hassas davranılması gerekir. Çünkü bu tür müdahaleler kamuoyunun ülkede meydana gelen son derece önemli olaylar hakkındaki farklı bakış açılarının -onların büyük çoğunluğu için bu bakış açısının kabul edilmesi ne kadar zor olursa olsun- öğrenme hakkına ağır bir sınırlama getirmektedir.”

AİHM Başkanı bilmiyor mu?

AİHM Başkanı Türkiye hakkında verilen AİHM kararlarından Türkiye’yi yakından tanıyor ve yaşananları biliyor…

11.01.2016 tarihinde değişik üniversitelerde görev yapan ve bildiriye imza atan 1.128 akademisyenin imzasıyla 2015 ve 2016 yıllarında Türkiye’nin doğusu ve güneydoğusunda terörle mücadele kapsamında yürütülen çatışma ve operasyonlar sırasındaki sokağa çıkma yasaklarının ve çatışmaların sona erdirilmesi çağrısı yapan “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi” veya “Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi” olarak isimlendirilen bir bildiri yayımlandığını biliyor…

Bildirinin yayımlanmasından sonra nihai imzacı Akademisyen sayısının 2.200’ü aştığını ve bildiriyi imzalayan Akademisyenler hakkında terör propagandası yapmak suçundan ceza davası açıldığını ve yargı sürecinin Anayasa Mahkemesi kararı ile sonlandığını, öğretim üyeleri hakkında beraat kararı verildiğini biliyor…

Üstüne üstlük Akademisyenler hakkında açılan ceza davalarında haklarında mahkûmiyet kararı verilmiş olması yetmemişti. Ceza davaları sürerken Bildiriye imza atanlar haklarında Üniversitelerin çoğu tarafından açılan disiplin soruşturması sonunda öğretim üyelerinin Üniversitelerinden atıldıklarını ve hala geri alınmadıklarını da biliyor…

Herkes biliyor ve herkes tanık…Üniversiteler susmakla kalmadı, kendi akademisyenlerini kutsal devlet adına üniversitelerinden attı, terörist saydı, işsiz bıraktı. Yetmedi ve hatta tüm üniversitelerin kapılarını kapatarak ekmeksiz bıraktı, açlığa mahkûm etti.

İstanbul Üniversitesi’nde törene katılan tüm öğretim üyeleri bu gerçeği biliyor.

O zaman nasıl sessiz kalmışlarsa yine suskunlar. Her şey hepimizin gözleri önünde oldu.

Ama Barış İçin Akademisyenler “Bu Suça Ortak Olmayacağız Bildirisi” ile haklarında açılan ceza davalarında mahkûm olmadılar, beraat ettiler, aç kalmadılar ve hala akademik özgürlükleri ve herkesin ifade özgürlüğünü savunuyorlar, bedel ödediler.

Ödedikleri bedel ne adına verildiği belli olmayan “fahri doktora” ödülü töreninde yapılan şimdinin öğretim üyelerinin konuşmalarının kenar süsü değildir, AİHM Başkanının da…

Her şeye rağmen İstanbul Üniversitesi tarafından kendisine verilen “fahri doktora” unvanını kabul eden, 2006’da İzlanda Üniversitesi’nde Hukuk Profesörü ve 2010’dan 2013’e kadar Dekanlık görevi yapmış bir Akademisyen ve sonra yargıç ve şimdi AİHM Başkanı olarak; AİHM’sinin Kula/Türkiye kararını ve Anayasa Mahkemesinin “Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri” kararını hatırlatarak yaptığı “Akademik Özgürlük- Demokrasideki Temel Rolü” hakkındaki 4 Eylül 2020 tarihli konuşmasını bitirirken, bu kararların ortaya çıktığı zamanda ve mekanda akademisyenlerin ifade ve akademik özgürlüklerinin ihlalini sessiz kalarak kabul eden, akademisyenleri üniversitelerinden atan Üniversitelerin fahri doktora ödülünü geri çevirebilirdi.

Yine de öğretim üyelerinin akademik ve ifade özürlüğü hakkının ihlalinde payı olan üniversitelerden olan bir Üniversitede söylenmesi gerekenleri herkesin yüzüne karşı söylediği kanaatiyle, geçmiş zamanın sessiz kalıp susanlarına işledikleri vicdani suçu hatırlatmış oldu.

Erbil şöyle demişti gazetecilerin tanıklıkları hakkında; “Bir de şu var: Gazetecinin çağının tanığı olduğuna inanıyorum yıllardır. İnsanın gerçekler karşında susmasının katılmak olduğuna daha çok inanıyorum artık”.

İnsanın gerçekler karşısında susmasının katılmak olduğuna daha çok inanmalıyız.

Bu nedenle ve AİHM Başkanının yaptığı Akademik Özgürlükler hakkındaki 4 Eylül 2020 tarihli konuşmayı dinleyenlerin ve hak ihlallerine “susarak katılanların” doktora dersi olarak kabul edelim. Üniversitelerin ileride yapılacak sınav sorusu olsun…

AİHM’si Kula/Türkiye davasında yapılan bir Tavsiye kararına atıfla bitirelim

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından kabul edilen, Akademik İfade Özgürlüğünün Korunmasına İlişkin 1762 (2006) sayılı Tavsiye Kararında ifade edilen hususlar arasında bilhassa şu hususlar yer almaktadır:

“4. Magna Charta Universitatum’a uygun olarak Kurul akademik özgürlüğe ve üniversite özerkliğine olan hakları yeniden doğrulamaktadır. Akademik özgürlüğü ve üniversite özerkliğinin temel prensipleri şunları kapsamaktadır:

4.1. Araştırma ve eğitimdeki akademik özgürlük doğrunun ve bilginin elde edilmesinde ve dağıtımında sınırsız sorgulamayı garanti etmesinin yanında, açıklama ve eylemde özgürlüğü ve bilginin yayılması için özgürlüğü garanti etmelidir.

4.2. Akılcı yarar politikasına, iyi idarelerine, yeterli yönetimlerine dayanılarak, üniversitelerin kurumsal özerkliği geleneksel ve hala gerekli kültürel ve sosyal görevlerinde bağımsız bir görüntüye sahip olabilmelerini gerektirmektedir.

4.3. Tarih, akademik özgürlük ve üniversite özerkliği ihlal edildiğinde entelektüel bir çöküşün ve bunun sonucu olarak da sosyal ve ekonomik bir geri çekilmenin yaşandığını ispatlamıştır.

 (…)

  1. Bilgi toplumunda yaşanan gelişmeyle birlikte, yeniliklerin tanımlanıp yansıtıldığı toplum ve üniversite arasında yeni bir anlaşma sağlanması gerekmektedir. Bu anlayışla üniversitelerin kamuya ve kendi misyonlarına karşı kültürel ve sosyal sorumlulukları, hesap verebilirlikleri, akademik özgürlüğün kaçınılamaz bir diğer tarafı olarak düşünülmelidir.”

Türkiye’de akademisyenlerin “açıklama ve bilginin yayılması için eylem özgürlüğü” garanti altında değildir, cezalandırma tehdidi altındadır.

Tarih, akademik özgürlük ve üniversite özerkliğinin ihlal edildiği zamanların entelektüel çöküşünden dolayı etkilenen toplumun da çöktüğünü göstermiştir.

Susmak ve sessiz kalmak, katılmaktır.

21 Eylül 2020

 

 

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN