Post image
İnsancıl Hukuk ve Savaş – Fikret İLKİZ

Savaş, “Devletler arasındaki ve belirli bir yoğunluktaki silahlı çatışmalar veya silahlı güç kullanılması vasıtasıyla diğerlerine karşı üstünlük sağlanması” olarak tanımlanabilir.

Savaşın hukuku olur mu? Bu sorunun yanıtı aslında milyonlarca insanın öldürülmesi, ölümü, kitlesel imhası üzerine kurulu kapitalist sistemin koruyucusu olan hukukla verebilirsiniz. Savaş hukuku, savaşan devletlerin kendi aralarındaki ve diğer devletlerle aralarındaki hukuksal etkilerini ele alan silahlı çatışma kurallarının bütünüdür. (Geniş bilgi için Tezcan, Erdem, Önok. Uluslar arası Ceza Hukuku. Seçkin. 2009. sf 565ve diğerleri)

Savaş yerine, “silahlı çatışma” terimi kullanılmaya başlanmıştır. Uluslararası Kızıl Haç Örgütünün tartışmalı tanımına göre; silahlı çatışma, iki devlet arasında gerçekleşip, silahlı kuvvetler mensuplarının müdahalesine yol açan bir görüş ayrılığıdır.

Savaş hukuku ile insanı koruyabilir misiniz? Soruyu daha acımasızca soralım, işi öldürmek olan askerleri savaşırken ve savaşmayan bireyleri, savaşta koruyan bir hukuk var mıdır?

Vardır ve insancıl hukuk olarak anılmaktadır. 1949 Cenevre Sözleşmelerinin kabulünden sonra “silahlı çatışmalara” ilişkin uluslararası kuralları yanında bireylerin korunması için uluslararası insancıl hukuk (internatiolan humanitarian law) ortaya çıkmıştır.

Savaş hukuku ile ortaya çıkan “insancıl hukuk” savaşa karışmayan ya da savaşı bırakan insanları korumaya dönük kuralların hukukudur. Ne kadar tuhaftır ki, savaş çıkmadan veya savaş hukuku uygulanmadan insanları korumaya dönük bir mekanizma için barış hakkını savunmak ve barışı istemekten başka çare yok. Eğer savaş çıkarsa; insancıl hukuk uygulanabilir. Yani, insancıl hukukun uygulanabilmesi silahlı çatışmanın varlığına bağlıdır.

İnsancıl hukuk, kuvvet kullanımı ve çatışmalar başladığı zaman, bunun ne şekilde yürütülmesi gerektiğine ilişkin kuralları düzenler. Günümüzdeki kavram karışıklığı içinde “savaş hukuku” (law of war), “silahlı çatışma hukuku” (law of armed conflict) ve “insancıl hukuk” (humanitarian law) terimleri aynı anlama gelecek biçimde kullanılıyor.

İnsancıl hukuk; “savaş veya silahlı çatışma durumlarının etkilerini sınırlandırmak amacıyla insanlara (çarpışan ve siviller) yapılması gerekli olan asgari davranış ve yardıma dair kurallar bütününü içeren” hukuk dalıdır. (Age, sy559 Dip notu. Tütüncü, Ayşe Nur, İnsancıl hukuka Giriş, İst, 2006,s1.)

Kızıl Haç Komitesinin tanımına göre, uluslararası veya uluslararası olmayan silahlı çatışmalardan kaynaklanan insancıl sorunların çözümüne yönelik anlaşma ya da örf, adet ile öngörülmüş kuralların bütünü insancıl hukuktur.

İnsancıl hukuk, silahlı kuvvet kullanımının haklı ya da meşru olup olmadığı ile ilgilenmez.

Kuvvet kullanımının meşru olup olmadığına kim karar verecektir?

Uluslararası hukukta kuvvete başvurma hakkı için Birleşmiş Milletler Şartı ve ilkelerine ihtiyaç vardır. Hangi devlet tarafından kuvvete başvurulursa, ihlal edilmemesi gereken “insancıl hukuk” kurallarıdır. Bu hukukun uygulanma alanı silahlı çatışma çıkarma hakkı veya kuvvete başvurma hakkına sahip olunmasından bağımsızdır. Silahlı çatışmanın var olduğu her savaşta “insancıl hukuk” uygulanacaktır. Bir bakıma silahlı çatışmanın “meşruiyetini” sorgulamayan ve savaşan devletler hangileri olursa olsun, ölümleri, insan hakkı ihlallerini, insanların kitlesel imhasını, kan ve gözyaşlarını, çekilen eziyetleri biraz olsun azaltabilmek için ve özellikle de “sivillerin korunmasına” yönelik hukuktur.

Askeri çatışmalarda savaş hukuku kurallarını, insancıl hukuk kuralların ihlal eden “fail” ister asker, ister sivil olsun, uluslararası hukuk kurallarının ağır ihlalini gerçekleştirdiği için “savaş suçu” işlemiş olur ve savaş suçlusu olarak cezalandırılır.

Savaşlarda işlenen “suçlar” için yeni tanımlara ihtiyaç duyulmuştur. Soykırım (jenoside), insanlığa karşı suçlar, savaş suçları, saldırı (saldırgan savaş) suçu ya da barışa karşı suç, uluslar arası suç tipleridir.

Uluslararası Ceza Divanı (UCM) en ağır olan bu suç tiplerinin faillerini yargılamakla görevli uluslararası bir yargı organı olarak kabul edilmiştir. Kuruluş statüsü, 1998 yılında Roma’da yapılan uluslararası bir konferans sonunda kabul edilmiş ve 1 Temmuz 2002’de yürürlüğe girmiştir.

15 Kasım 2008 tarihi itibariyle 108 devlet Roma Statüsüne taraftır. Türkiye, Roma Statüsüne taraf değildir ve konferansta çekimser oy kullanmıştır. Buna rağmen Türkiye UCD’ ye taraf olacağını sürekli ifade etmektedir. Hatta 7.5.2004 kabul tarihli 5170 sayılı Kanunla değişik Anayasanın 38 inci maddesinin son fıkrasında “Uluslararası Ceza Divanına taraf olmanın gerektirdiği yükümlülükler hariç olmak üzere vatandaş, suç sebebiyle yabancı ülkeye verilemez” düzenlemesi bile yer almıştır.

1949 yılında kabul edilen Cenevre Sözleşmelerinden başlayarak kabul edilen uluslar arası sözleşmelerle önce savaşa karşı olmak, sonra savaş içinde hukuk yoluyla insanların imhasını ve ölümlerini bir nebze olsun durdurmak için çok çaba sarf edilmiştir.

Türkiye devlet olarak devletlerarasındaki dostane ilişkileri olumsuz etkileyecek uyuşmazlıklardan kaçınmalı, BM Şartı amaç ve ilkelerine uygun şekilde ve iyi niyetle hareket etmelidir. Savaş istememelidir, savaş isteyen devletlerden hiçbiri ile “ittifak” arayışına girmemelidir. Uluslararası barış ve güvenliğin korunması ve sürdürülmesine katkıda bulunmalıdır. Devletler barış ve iyi komşuluk ilişkileri içinde birlikte yaşayacaklardır. Kısacası Türkiye Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 15.11.1982 tarihli 37/10 sayılı kararıyla kabul ettiği “Uluslararası Uyuşmazlıkların Barışçıl Çözümü Manila Bildirisi” kurallarına uygun davranmalıdır.

Uluslararası barışı, adaleti ve güvenliği hiçbir devlet ve Türkiye tehlikeye atmamalıdır. Bir gün tarafı olduğunuz savaş yüzünden; eğer insanlığa karşı suç, savaş suçu, saldırı (saldırgan savaş) suçu ya da barışa karşı suç işleyen devletlerden biri olursanız, yargılanabilirsiniz.

Savaş hukukunda, insancıl hukuku her devlet akılda tutmalıdır. Savaş istenmez, karşı olunur.
Yok, eğer Türkiye; “silahlı çatışma” yoluyla uluslararası bir sorunu çözmekten yana ise; atacağı ilk adım savaştan önce Roma Statüsüne taraf olmaktan geçer. Böylece Uluslararası Ceza Divanının (UCD) yargılama yetkisini tanımış olursunuz.

Yıllardır söz verdiğiniz Roma Statüsüne taraf olduktan sonra, uluslararası sorumluluklarınız üstlenmiş bir devlet olarak “silahlı saldırganlık müdahalesinin” hukuken meşruluğunu müttefiklerinizle ararsınız ya da belki bir gün uluslararası bir suçun faili olarak yargılanırsınız bile…

09.09.2013

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN