Post image
Hem içeriden hem de dışarıdan kuşatma!

 

Fikret ESER

2. Dünya Savaşı’nda en trajedik olaylar Leningrad Kuşatması’nda yaşanır. Almanların Rusları açlıktan öldürme stratejisine karşı bir de Stalin’in sivil halka karşı hezeyanları devreye girince olaylar çığırından çıkar. Yazar Anna Reid insan odaklı yaklaşımıyla bu kuşatmanın bilinmeyenlerini anlatıyor.

Koca Avrupa’yı çok kısa sürede istila eden Hitler liderliğindeki Nazi Almanya, Barbarossa Harekatı ile ezeli düşmanı Stalin liderliğindeki Sovyetler Birliği’ne yönelirken 2. Dünya Savaşı’nın seyrinin bu cephede değişeceğini öngörememişti. Moskova’yı iki koldan istila etme üzerine kurulu bu harekatın iki önemli noktası vardı: Stalingrad ve Leningrad. Savaşın kaderi Stalingrad’da değiştiği için tarih anlatısını da bu savaş şekillendirdi. Ama bir de Leningrad Kuşatması var.

Batı refleks olarak kendi trajedileri dışındakilere bakmayı bilmediği, Sovyetler Birliği de Stanlingrad’daki direnişi öne çıkardığı için Leningrad’da yaşananlar uzun yıllar boyunca yalnızca askeri bilgilerle aktarıldı. Lakin işte tarih uzun bir yolculuk… Kuşatmadan yaklaşık 80 yıl sonra hukukçu, gazeteci ve Rus tarihi uzmanı Anna Reid, Leningrad: Kuşatılmış Bir Şehrin Trajedisi 1941-1944 (Vakıfbank Kültür Yayınları) kitabında savaşın karanlık yüzünü ortaya çıkardı. Tanklar, toplar, tüfekler, uçaklar, taktikler, Hitler’in saldırısı, Stalin’in karşılık vermesi, bombalar, yıkımlar arasında hep eksik kalan, insan unsuru üzerinden anlatıyor bu kuşatmayı Reid. Sovyetler Birliği çöktükten sonra Rus arşivleri açılmaya başladıkça savaşın yeni boyutları ortaya çıkıyor. Rus tarihine hakim olan Anna Reid; günlüklere, hâlâ yaşayan tanıklara, resmi belgelere ve birçok kaynağa ulaşarak bu kuşatma sırasında insanların neler yaşadığını anlatıyor.

Kuşatma altındaki yaklaşık 900 gün boyunca 750 bin Leningradlının trajedisinin çağımızdaki hiçbir kuşatmada yaşanmadığını ve oradaki ölümlerin onda birinin bile başka bir cephede olmadığını tespit eden yazar, Londra hava saldırılarından 35 kat, Nagazaki ve Hiroşima bombardımanlarının toplamından dört kat daha fazla sivil öldüğünün altını çiziyor.

Kuru bir dille tarih anlatımından uzak, iyi kurgulanmış, edebi bir dille kaleme alınan kitapta; bir yandan da tarihi kenti de tanıyorsunuz. Meydanlar, caddeler, müzeler, saraylar, köprüler, parklar, limanlar… İnsanların hayatına değen yaşam alanları kitabı roman havasına sokuyor.

Alman ordusunun saldırdığı ilk günle başlayan kitap, sonuna kadar çarpıcılığını bir an bile yitirmeden ilerliyor. Odağına da hep akıp giden hayatları alıyor, savaşın kritik hamleleri, askeri birliklerin durumu ve cephedeki durumları da sırasıyla anlatmayı ihmal etmiyor. Bu bilgiler adım adım yaklaşan trajediyi de kavramamızı sağlıyor.

Kuşatmanın ilk günlerinde şaşkınlık ve durumu anlamaya çalışma var. İşler ciddileştikçe başka bir boyut kazanıyor durum. Mesela müzeler boşaltılıyor, yarım milyon eser paketlenip iç bölgelere gönderiliyor. Karne sistemine geçilmesi ve yiyecek içeceğin azalması halkta şok etkisi yaratıyor, ama sonrasında çocukların tahliye edilmek istenmesi daha büyük korkuya neden oluyor.

ÇOCUKLARIN DRAMI

Binlerce aile trenlerle taşınan çocuklarının açlıktan, hastalıktan ya da bombardımandan ölebileceği kaygısını taşıyor. Nitekim öyle de oluyor.

Bir süre sonra sivillerin kenti terk etmesi isteniyor: Çaresizlik, Yelena Skryabina adlı kadının günlüğüne yansımış mesela: “Ciddi bir sorunla yüz yüze kaldım. Her ne kadar Dima’yı ve Yura’yı yanıma alabilsem de annemi ve yaşlı büyükannemi geride bırakmak zorunda kaldım. Bu haberle eve döndüğümde annem gözyaşlarına boğuldu… Büyükannem sessiz ve sakindi. İki ateş arasında kalmıştım. Bir tarafta çocukların kurtarılması gerektiğini gayet iyi biliyordum, öte yandan bu biçare yaşlı kadınlara acıyordum. Onları kaderin insafına nasıl bırakabilirdim?”

Sovyet ordusu ise korkunç bir halde… Bozgun halinde geri çekiliyor, askerler ya kaçıyor ya da yaralanıp cepheden uzaklaşmaya çalışıyor. Ancak, Almanlar dışında bir başka tehlike daha var. Stalin! Halkına yıllardır acımasızca uyguladığı baskı savaşta bile devam ediyor. Leningrad’da; Troçkistlerden Zinoyevtçilere, Menşeviklerden Anarşistlere, rahiplerden katoliklere, çarlık ordusundaki eski subaylardan eski zengin tüccarlara, beyaz haydutlardan kulaklara (köylülere), 29 kategoriye ayrılmış 2 bin 248 kişi ya tutuklanmış ya da ve sürgüne gönderilmiş.

Toplama noktasındaki bir gözlemcinin notları her şeyin özeti gibi: “Yaklaşık yüz kadar insan sürgüne gönderilmeyi bekliyordu. Çoğunlukla yaşlı kadınlardı, eski moda harmaniler ve yıpranmış kadife kabanlar giyen yaşlı kadınlar. Hükümetimizin savaşmaya gücünün yettiği düşmanlar bunlardı ve daha sonra savaşabildikleri yegane düşmanlar oldukları ortaya çıktı. Almanlar kapıya dayanmıştı, Almanlar şehre girmek üzereydi ve biz de yalnız, savunmasız, zararsız yaşlı insanları tutuklamak ve sürgün etmekle meşguldük.”

Ve kuşatmanın en kötüsü ise kapıya dayanmış: Açlık. Olga, bir akşamüstü ölmek üzere olan oğlu için ayçiçek yağı isteyen komşusunu tersliyor. Karnesiyle aldığı 100 gram yağla annesini beslediği için vermiyor. Hesaplaşmasını ise günlüğünde yapıyor: “Ona hayır demek azap verici bir utançtı. Sabah oğlu ölmüştü. Kendimi katil gibi hissettim.”

Açlık büyük mesele, ama başka bir duruma yol açıyor: Yamyamlık. 2004’te yayınlanan polis kayıtlarına kadar yamyamlık meselesi şehir efsanesi olarak biliniyordu. Lakin ayrıntılı raporlar 2015 kişinin yamyamlıktan tutuklandığını gösteriyor. Ceza kanununda yamyamlık diye bir hüküm olmadığı için birçok suçu içeren eşkıyalık maddesi kullanılıyor. Birçok kişi ya asılıyor ya da hapse atılıyor.

ORTASI YOK BAZI ŞEYLERİN

Dmitriy Lihaçev günlüğündeki satırlar tüyleri diken diken ediyor: “Gerçek hayatın açlık olduğunu ve geri kalanının bir serap olduğunu düşünüyorum. Kıtlık zamanında insanlar gerçek yüzlerini ortaya çıkarırlar, benliklerinden sıyrılırlar, tüm sahteliklerinden kurtulurlar. Bazıları muhteşem, eşsiz kahramanlara dönüşür, bazıları da-alçaklara, hainlere, yamyamlara. Ortası yoktur. Her şey gerçektir…”

Yazar Anna Reid de, “Tüm bunları yaşamak nasıl bir şeydi?” diye sormaktan kendini alamıyor. Birçok günlük o acımasız ocak ve şubat kışından sonra sona eriyor. “Ya yazamayacak kadar bitkindiler ya da kelimeleri tükenmişti” diyor.

900 gün süren kuşatma sonunda Almanlar geriliyor, kuşatma kalkıyor. Ancak içerdeki terör ve baskı bitmiyor. 4.5 milyon esir askerden 1.8 milyonu geri dönüyor. Stalin’in demir yumruğu “Neden ölmediniz, kaçtınız mı, ajan mısınız” diye üstlerine çullanıyor. Daha sonra aydınlara yönelen rejim, üst düzey yöneticileri de tasfiye ediyor. Çoğu öldürülüyor.

Bir Rus’un “İki kez kuşatıldık, hem dışarıdan hem de içeriden” sözü her şeyi özetliyor aslında.

(Sabah Kitap, 09.07.2021)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN