Post image
“Güven yoksa şiddet vardır”

sezai_berber_foto
Zehra ŞAHİNDOKUYUCU

Toplum olarak her gün yeni bir cinayet, yeni bir şiddet haberiyle psikolojimiz alt üst oluyor. Şiddetle her an herkes burun buruna. Her birimiz her an bir olayla karşılaşacak diye ciddi endişeler taşıyor. Öğrenciler gelecek kaygısı, yaşı ilerlemiş insanlar çocuklarının geleceğinden endişe duyarak yaşamaya başladı. Peki neden, nasıl bu hale geldik ve nereye gidiyoruz? Neler yapmak gerek işte bu sorularımızın cevabını Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri Psikiyatrist Dr. Mehmet Sezai Berber Başkent’e anlattı.

Toplumda şiddet ne zaman artar?

Toplum olarak şiddet eğiliminden öte baskılanmış, henüz kontrol edilebilen, zaman zaman kontrol edilemeyen bir dönem içinde olduğumuzu düşünüyorum. İnsanların gergin olduğu, huzursuz olduğu her dönem, şiddet potansiyelinin arttığı dönemlerdir. Tabii ki burada yaşadığımız olayların kendine has özellikleri de şiddetin nedenlerini belirleyen ana unsurlardan. Mesela güvensizlik, güvencesizlik ve belirsizlik insanları direk şiddete yönlendirebilir.

Güvencesiz yaşam koşulları derken neyi anlatmak istiyorsunuz?

Genç insanların üniversiteden mezun olup iş bulamama derdi, iş bulanların taşeron çalışması ya da her an işten atılma tehlikesi güvensizliği artırıyor. Öte yandan üç bir yanı sularla, dört bir yanı düşmanlarla çevrili bir ülkede yaşamanın aynı anda tüm komşulara kırgın olma durumunda olan bir dış politikanın yaşandığı dönemde insanlar kendilerini ciddi güvensizlik içinde hissediyorlar, huzursuz, mutsuz ve gergin hissediyorlar.

Toplumsal bir kutuplaşma var mı? Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Kesinlikle toplumsal bir kutuplaşma var. İnsanlar siyasi irade tarafından bilerek, isteyerek kamplaştırıldı, kutuplaştırıldı, gettolaştırıldı. Eskiden bu kadar görmezdiniz, ancak; Ankara’da artık gelir düzeyi yüksek yerlerde yaşayanlar ile gelir düzeyi düşük yerlerde yaşayanlar arasında uçurum var. İki ayrı dünyada yaşıyorlarmış gibi bir görüntü çıktı ortaya. Siyasi liderler de kutuplaştırıcı söylemlerden kaçınmadılar ve halen kaçınmıyorlar da. Siyaset kutuplaşınca durum maalesef ki toplumun her kesimine yayılıyor.

Türkiye geçmişinde çok acılar yaşadı birçok darbe, birçok katliam yaşadı. Bu durumun insanlar üzerinde nasıl bir etkisi var?

Türkiye tarihini travmalar tarihi, hatta çözülemeyen travmalar tarihi olarak nitelendirebiliriz. Son dönemde sık söylediğim bir şey var. Yaşadıklarımızı düşünürsek her birine yüzyılın olayı diyebiliriz. Ama maalesef 1 ay sonra başka bir olay öncekinin üstüne geldi. Derken yeni bir acıyla sarsıldık. Soma’daki maden faciası, Suruç patlaması, tren garı patlaması, Merasim Sokak patlaması, Güvenpark patlaması, 15 Temmuz’u düşünün, hepsi birbiri ardına gelen facialar. Yani bir önceki olayın travması tedavi edilmeden bir sonraki olay yaşanıyor. O da bireylerde çok ciddi bir olumsuzluk yaratıyor. Her şiddet yeni travma yeni acıları getirir. Bana kalırsa toplum olarak Emile Durkheim’ın “İntihar” adlı çalışmasında anlattığı “anomi” durumunu yaşıyoruz. Durkheim o eserde toplumsal anomiyi anlatır bize. Anomi bireysel ve toplumsal normlar arasındaki uyușmazlığın yaşandığı bir durum anlamına gelir. Türk toplumu da öyle bir dönemden geçiyor. Şimdi bir gecede Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile binlerce kişi işten atılıyor. Bunların arasında suçlu olanlar ayrı, ama masum olanlar da var. Bir gecede bir kanun koyuluyor. Anayasaya aykırı KHK’lar çıkarılıyor. Bu noktada şu an toplumu bir arada tutan değerler sisteminin yok olduğunu söylemek sanırım abartılı olmaz . Bunları yaşayınca Durkheim’ın “İntihar” eserindeki anomi durumunu çok daha net anlıyorum. Çünkü hakikaten değer yargıları yerle bir olmuş durumda. Din, töre, gelenekler ciddi bir istismar altında.

Toplumsal psikolojimizin geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Toplum olarak ya birbirimize tahammül edebilme gücümüzü geliştireceğiz, birbirimizi anlayarak var olacağız ya da kötü günler göreceğiz. Çünkü herkesin kendi kuralını kendi değerlerini uyguladığı bir dünyada öteki de kendi şiddetini hayata geçirir. Böyle bir ortamda şiddet şiddeti getirir ve bundan da kaçınılamaz. Bu nedenle dayanışma ve birlikte olabilme kültürümüzü var etmemiz gerek.

Ortam böyle olunca ülkeden gitmek isteyenler oluyor bu konuda neler söylersiniz?

Evet ülkeden gidip artık başka ülke vatandaşı olarak yaşamak isteyenlerin sayısı ciddi şekilde arttı. Üstelik artık, genç yaşlı fark etmiyor. Ben daha önceden bilmezdim hekimlerin yurt dışına bu kadar fazla çıkmak istediğini. Yapılan istatistikler gösteriyor ki son 2 yılda yurt dışına çıkan hekim sayısı son 30 yılda çıkan hekim sayısından daha fazla. Yeni mezun da gidiyor 30 yıllık profesör de gidiyor. Geçmişte insanlar yurt dışında yaşamak için değil, birkaç yıl eğitim alıp uzman olup ülkesine daha iyi hizmet edebilmek için -geri dönmek için- gidiyorlardı ve bu insanların çoğu geri dönüyordu. Ancak şimdi orada yaşamak için gidiyorlar. Bu ülkemiz için acı bir tablo.

Büyük şehir insanı daha agresif diyebilir miyiz?

Büyük şehir ya da küçük şehirden öte insani değerlere bağlılık daha önemli. Küçük şehir dediğinizde Edirne başka Yozgat başkadır. Dolayısıyla insanı insan yapan evrensel kavramların içselleştirilmesi önemlidir. Bu kavramları konuşurken hatırlamak değil, içsel olarak tavırlara yansıtmak da önemli. Günlük iş bulma kaygısı günlük, yaşam telaşesi, geçinme derdi büyük şehirde daha fazla olabilir. Ama öte yandan küçük şehirde de neden bana yan baktın, yanımdaki kadına yan baktın diye kavgalar çıkabiliyor. Yani her yerin kendi realitesi var.

Son dönemde size gelen vakalar daha da arttı mı?

15 Temmuz’dan sonra yaşanan sürecin mağdurlarıyla çok fazla karşılaşıyorum. Hiçbir suçu yokken bir gecede işinden atılan insanların travmaları çok fazla. Ondan önce Ankara Tren Garı patlamasında, Güvenpark’taki patlama, Merasim Sokak’taki patlamalar var ve bu patlamalardan etkilenen çok sayıda insan var. Yani her dönemde toplumsal olarak yaşanan olaylar tek tek bireyleri de etkiliyor ve bizim gibi psikiyatrist ya da psikologlara başvurular artıyor. Bir de herhangi yeni bir travma olduğunda daha önce başka bir travmaya maruz kalmış birisi yeni yaşanan travmatik olayın içinde bulunmasa da kendi yaşadığı travmaya tekrar gidiyor. Her acı daha önceki büyük acıları da hatırlatıyor.

İnsanlar en çok hangi sorunla size geliyor?

Ben özel ilgi alanım nedeniyle yıllarca yurt dışından Türkiye’ye gelip mültecilik yapan ya da başka bir ülkeye gitmek isteyen mültecilerle çalıştım. 25 yıldır onlara profesyonel uzman olarak destek veriyorum. Tedavilerinde ya da belgelenmelerinde bulunuyorum. Onun dışında yaşadığımız büyük katliamlarda orada bulunan ya da yakınlarını kaybetmiş insanların yaşadıkları travmalarda, onlara profesyonel destek veriyorum. Bu insanların dünyaya tekrar güvenilir ve yaşanılır olarak bakmaları çok zor. Söylesek de söylemesek de “dünya güvenli bir yerdir ve ben de güvendeyim” hissiyati varoluşsal olarak hepimizde vardır. Ancak bu tür olaylar bu hissiyatımızı, güven duygumuzu yıkarak yaşama tutunma nedenlerimizi de yok ediyor. Bu durumu yaşayan insanlar ya şiddete yönelir, ya kendi yalnızlığına çekilir ya da bu ortamdan kaçmaya çalışır.

Peki bireyin ve toplumun huzuru için ne yapmak gerek?

Güven duyulacak kişilere güven duymak, bir arada olmak, dayanışmayı artırmak, toplumsal güveni yeniden inşa etmek gerek. Kimse kimseyi sevmek mecburiyetinde değil, ancak herkes birbirine saygı duymak zorunda. Saygıyı tekrar inşa etmek gerekiyor. İnsanlık insani değerlerine geri dönmeli.

(Başkent Gazetesi, 28.08.2017)

 

YORUMLAR(1)

SİZ DE YORUM YAZIN