Post image
Göç en çok kadını vuruyor: Zorla fuhuş, şiddet, hastalık

 

Burcu CANSU

Toplum ve Hekim dergisinde göçün kadınlara yansımasının “zorla fuhuş, tecavüz, taciz, her türlü şiddet, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve istenmeyen gebelik” olduğu belirtiliyor.

Türk Tabipleri Birliği (TTB) yayını Toplum ve Hekim Dergisi’nin “Göç” başlıklı son sayısında Dr. Zeynep Sedef Varol, “Toplumsal Cinsiyet, Göç ve Sağlık” konusunu ele aldı. Varol, yazısında göçün kadınların yaşamlarına yansımasını değerlendirdi. Varol’un yazısı incelendiğinde, göçün kadın yaşamına, “zorla fuhuş, damgalanma korkusu, tecavüz, istismar, taciz, fiziksel, cinsel ya da psikolojik şiddet, üreme sağlığı ile ilgili hizmetlere erişememek, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve istenmeyen gebelik riski” olarak yansıdığı görüldü.

Yüzde 72’si fuhuşa zorlanıyor

Yazısında Uluslararası Göç Örgütü’nün 2018 göç raporuna değinen Varol, şunları kaydetti:

“Göç sırasında tacize uğrama oranı yüzde 1-44 arasındadır. 2014 yılında kayıtlara geçen insan kaçakçılığı kurbanlarının yüzde 71’inin kız çocukları ve kadınlardan oluştuğu ve bunların yüzde 72’sinin fuhuşa zorlandığı belirtilmektedir. Göçmen kadınların düşük ücretli, kayıt dışı ekonomi için çalışma veya işsiz olma ihtimali erkeklere göre daha fazladır. Göçmen kadınlar gittikleri ülkede cinsiyetçi iş bölümüne dayanan istihdam olanaklarına sahiptir, genellikle bakım verici veya ev hizmetlisi olarak çalışmaktadırlar.

Bugün dünyada 67 milyon ev hizmetlisinin 11 buçuk milyonunu göçmenler oluşturmaktadır. Bu 11 buçuk milyon göçmenin 8.45 milyonu kadındır. Göçmen kadınlar sıklıkla yoksulluk ve istihdama dayalı yabancı düşmanlığı, ırkçılık, ayrımcılık, zulüm, baskı, hoşgörüsüzlüğü deneyimlemektedir. İstikrarsız işgücü piyasasında baştan dezavantajlı olan göçmen kadınlar, özellikle kayıt dışı göçmen iseler, çalışma izinleri olmadığı için patronları tarafından uygulanan hak ihlallerine, cinsel tacize ve şiddete karşı yeterince tepki verememektedirler. ”

Göçün kadın sağlığına olumsuz etkileri

Varol, “Toplumsal cinsiyet bakış açısıyla göçmenlerin ruh sağlığı ve hastalıkları” başlığı altında da şu verileri paylaştı:

»Depresyona yatkınlık: “Mülteci ve göçmen kadınlar toplumsal cinsiyet ve düşük sosyo-ekonomik durumları nedeniyle göç ve yeniden yerleşim sürecinde sosyal dışlanma, ayrımcılık, dil bariyeri gibi stresör faktörlerden daha çok etkilenmekte ve depresyon, kaygı bozuklukları, uyku bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu gibi sorunlarla karşılaşmaktadır. Stres ve travma, immün sistemi baskılamakta ve özellikle depresyona yatkınlığı artırmaktadır.

»Toplumsal cinsiyet ve üreme sağlığı : Göçlerle birlikte travma yaşayan mültecilerin sorunlarının başında üreme sağlığı riskleri gelmektedir. Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Sonlandırılması Bildirgesinin 12’nci maddesi, kadınların aile planlaması dahil tüm sağlık hizmetlerine erişimini garantilemektedir. Aynı maddede özellikle göçmen kadınların ve kız çocuklarının toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, toplumsal cinsiyet ayrımcılığı, HIV/AIDS riskini artıran cinsel zorbalık, istenmeyen gebelikler açısından özel sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kaldığı vurgulanmaktadır.

»Göç sonrası ana çocuk sağlığı ve aile planlaması: Göç süreci sonrasında genellikle kadınların bağışıklama hizmetlerine erişimleri düşük, planlanmamış gebelik oranı yüksektir. Sağlık hizmetine erişimin önündeki engeller nedeniyle gebe göçmen kadınlarda doğum öncesi bakım alma sıklığı düşük, doğum komplikasyonları, ölü doğum, düşük ve bebek ölüm hızı yüksektir. Dil bilmemek, bilgi eksikliği, erkek sağlık çalışanından kaçınma, sosyokültürel baskılar, geleneksel uygulamalar, kadınların karar mekanizmalarının dışında olması ve sosyoekonomik düzeyleri hizmet alımının önündeki başlıca nedenlerdir. Mülteciler ve göçmenler genellikle yaşadıkları toplumdan daha kötü düzeyde ana çocuk sağlığı göstergelerine sahiptir. Savaş sonrası göç etmek zorunda kalan kadınlarda ana çocuk sağlığıyla ilgili hizmetler savaşın sağlık üzerindeki yıkıcı etkileri yüzünden göç öncesinde kötüleşmeye başlar.

Türkiye’de kadın örgütleri ve feministler zaman zaman çeşitli eylemler yaparak göçmen kadınların yaşadıklarına dikkat çekiyor.

»Kadınlar hekim yardımı olmadan doğum yapıyor: Türkiye’de 3 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacı vardır. Bu nüfusun dörtte biri üreme çağında kadındır. Göç sonrasında Suriyeli kadınların ana çocuk sağlığı göstergeleri, sınırlı sayıdaki çalışmaya rağmen, oldukça çarpıcı verilerle durumu ortaya koymaktadır. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Başkanlığının 2014 yılında yaptığı nüfus sağlık araştırmasında kamp dışındaki Suriyeli nüfusun yüzde 44’ünün hekim yardımı olmaksızın doğum yaptığı belirtilmiştir. TTB’nin Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık Hizmetleri adlı raporunda da neredeyse her gittikleri evde gebe kadın olduğu, gebelerin herhangi bir sağlık kurumuna başvurmadıkları ya da hiçbir gezici hizmetin onlara ulaşmadığı belirtilmiştir.

»Sağlık hizmetine ulaşamıyorlar: Şimşek ve arkadaşlarının Urfa’da 15-49 yaş aralığındaki evli Suriyeli kadınlarla yaptıkları çalışmada, Suriyeli kadınların yüzde 26,7’sinin gebeliği nedeniyle hiç doktora-ebeye-hemşireye başvurmadığı, yüzde 47,7’sinin Türkiye’ye geldikten sonra düşük veya ölü doğum şeklinde gebelik kaybı yaşadığı, karşılanmamış aile planlaması ihtiyacının yüzde 36,4 olduğu bildirilmiştir. Aynı çalışmada, kadınların yarısında demir eksikliği, yüzde 45,6’sında B12 eksikliği ve yüzde 10.5’inde folik asit eksikliği olduğu belirlenmiştir.

 

»Göçün cinsel yolla bulaşan hastalıklar (CYBH) üzerine etkisi: Göç süreci özellikle çatışmalı ortamlarda cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin arttığı, dolayısıyla CYBH riskinin arttığı bir süreçtir. Zorunlu göç gündelik hayatın kesintiye uğraması ile beraber riskli cinsel davranışları beraberinde getirmektedir. Cinsel şiddetin yanı sıra partnerlerinden ayrılan mültecilerin ve göçmenlerin çok eşli yaşamaya başlamaları CYBH riskini artırmaktadır. Buna ek olarak göç sonrası sağlık ve sosyal hizmetlere erişimde sorun yaşamak, ayrımcılık, dil ve kültür farklılıklarından dolayı dışlanma CYBH’nin tanı ve tedavisini geciktirmekte ve kronik komplikasyonlara neden olmaktadır.

»Cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet: Cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, tecavüz, istismar ya da taciz, partner şiddeti, zorla fuhuş ya da herhangi bir fiziksel, cinsel ya da psikolojik şiddet de dahil olmak üzere kadınlara ve kız çocuklarına karşı işlenen fiziksel ve cinsel şiddeti içerir. Dünya Sağlık Örgütü, dünya genelinde kadınların yüzde 35’inin cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet gördüğünü bildirmektedir. Başta sistematik tecavüz olmak üzere birçok çatışmada cinsel ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet savaş silahı olarak kullanılmıştır.”

(Birgün, 23.08.2018)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN