Post image
Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız

tugcemadayantisenTUĞÇE MADAYANTİ DİZİCİ

Ana Lily Amirpour’un ilk uzun metrajlı, distopik bir aşk hikâyesinin anlatıldığı “Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız / A Girl Walks Home Alone at Night” filmi son derece havalı ve çekici. Türü ise bu film için türettiğim “pop art noir”.

Hayali İran’da bulunan, fahişelerin, uyuşturucu satıcılarının kol gezdiği Bad City kasabasında, geceleri yapayalnız gezinen kara çarşaflı dişi vampir (Sheila Vand), kasabadaki bu suçluların peşinde dolaşır ve onları avlar. Vampir kız, her ne kadar kara çarşafı ile geceleri sokaklarda gezse de evinde gayet post punk yaşayan, müzikler dinleyen alternatif bir karakterdir. Uyuşturucu bağımlısı babasının borçları nedeniyle hayatta en değer verdiği varlığı olan klasik arabasını satmak zorunda kalan James Dean tarzıyla dikkat çeken Arash’ın (Arash Marandi) yolu çarşaflı vampirimizle kesişir. Ve aralarında tuhaf bir ilişki başlar. Aralarındaki sahnelerden birinde; vampir kız terkedilmiş havası veren hayali yeraltı kenti Bad City’nin karanlık ve kasvetli sokaklarında gezindiği gecelerden birinde, partiden çıkan Drakula kostümlü Arash’la karşılaşır. Sahne ve bakışmalar biraz uzun olsa da son derece mizah yüklü, eğlendirici ve akılda kalıcı bu sahne, filmin bütün tonunun altını çiziyor.66937-tugce

İRAN YERALTI DÜNYASI

Film, Ana Lily Amirpour’un grafik romanından aynı isimle uyarlanmış. Uyarlamanın getirdiği olumlu etki, filme etkileyici atmosfer ve görsel huzursuzluk olarak geri dönmüş. Ancak hikâye olarak film de senaryonun neredeyse olmadığını görüyoruz. Hatta film “bir mesaj versem mi vermesem mi” diye finale kadar muğlakta kalıyor. Bu benim için hiç olumsuz bir yön değil. Aksine atmosfer ve duygulara dokunan yapımları, yoğun hikâyelere tercih eden birisiyim. Buna karşın hikâye olmayınca, çoğu ilgili sinema izleyicisine korku, sürrealizm ve westernlerden sevdiği şeyleri toplamış birisinin filmi gibi de gelebilir… Vampir kızın siyah çarşafın içine giydiği Fransız denizci tişörtü ile gece yarısı sokaklarda dolaşması, kaykaya binmesi gibi detayların uyandırdığı hisler, Jim Jarmush ve hatta David Lynch’in Eraserhead’inin garipliklerini akıllara getiriyor. Filmin benim için tek eleştirilecek tarafı “İran’ın ilk vampir filmi” cümlesiyle lanse edilmiş olması. Yönetmeni Amirpour’un İngiltere’de doğup Amerika’da büyümüş birisi olarak filmin ilk İran vampir filmi olarak vizyona sokulmasının piyasaya yönelik bir kandırmaca olduğunu düşünüyorum. Bunun ötesinde filmin çekildiği yer California.

HİPNOTİK

İranlı anne babanın Amerikan pop kültürü ile büyümüş kızı olan Ana Lily Amirpour aslında bizlere fantastik bir rüyasını anlatıyor. Bütçe arttıkça yönetmenin de, öznelliğin de kaybolduğu pek çok örnek var. Sanat filmi yaparkenki olanaksızlıkların bazen nasıl avantaja dönüşebildiğinin kanıtlarından biri olarak ‘Gece Yarısı Sokakta Tek Başına Bir Kız’ı not etmek gerekir. Frank Miller grafiklerinin hissiyatını taşıyan film her ne kadar kült film olarak anılmayacak olsa da kült bir filmmiş gibi davranma halini çok beğendim. Kısacası bir filmin kendini kült görmesi ve buna göre davranmasını her zaman hayranlık uyandırıcı buluyorum. Yarattığı atmosfer, karakterlerin uzaklığı, taşıdığı sanat filmi kumaşı, siyah-beyaz çekilmiş olması, post punk ve saykedelik müzik arşivlerinin kullanılması ile bu film sanat sinemasının örneklerinden biri olarak bu haftanın izlenmeyi en çok hak eden yapımlarından.

(Birgün, 27.04.2015)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN