Post image
Filistinli de İsrailli de olsa ana anadır

5

ZAFERHAN YUMRU

Onu ilk, eşi Etgar Keret’le birlikte yazıp yönettikleri ve Cannes’da Altın Kamera Ödülü’yle taçlandırılan filmleri “Jellyfish” ile tanıdık. Bu yıl !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nde gösterilen yeni ve son filmi “Şelf Made/Benim Gibi”, kendi dünyalarına sıkışıp kalmış iki kadın üzerinden Filistin-israil çatışmasını anlatıyor. Film için yaşam isteği ve ölüm kararı arasındaki ince çizgi üzerine çok kafa yormuş Geffen, bu yüzden işe intihar bombacısı kadınları inceleyerek başlamış.

İsrailli ünlü yönetmen Shira Geffen, intihar bombacısının ruh halini anlamak için gizlice Ramallah’a giderek bir intihar bombacısı kadının annesiyle buluşuyor. “Evine girdiğimde yaptığı ilk şey beni kucaklamak oldu, sanki -aslında beni öldürmek isteyen- kızıymışım gibi ve o anda her şey kafamda bulandı” diyen Geffen, filminin İsrail’de alabileceği tepkilerden korkmuyor.

6

İsrail sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Shira Geffen’i hazır İstanbul’da yakalamışken filminin nasıl tepkiler aldığını konuştuk.

– Filmin yapım süreci 5 yılı buldu. Tam anlamıyla yaptığınız işe duyduğunuz aşkın bir meyvesi diyebiliriz buna. Bize bu gelişimden biraz bahsedebilir misiniz? Neydi sizi bu 5 yıl boyunca uğraştıran?

Film için gerekli bütçeyi toplamamız epey bir zamanımızı aldı. Senaryoyu bir yılda yazdım ve bu, kısa bir süre. Fakat sonra gerekli kaynağı toplamak zaman aldı, çünkü senaryoyu okuyan kurumdaki kişiler senaryoyu anlamadılar, senaryonun sembollerini ve hayal gücünü tam olarak, açık bir şekilde anlayamadılar, basitçe hayal edemediler. Tüm bunlar politik durumlarla birleşince ortaya daha da çetrefilli bir durum çıktı. Bu yüzden birçok küçük ölçekli gruptan azar azar para topladım. Bu süreç tekrardan masa başına oturmama ve senaryomu yeniden yazmama da neden oldu bu 5 yıl içerisinde. O yüzden bu kadar uzun sürmesi iyi olmuş oldu.

– Başlangıçtaki asıl ilham kaynağınız neydi?

Bu hikâye için tek bir şey yok, birçok şey ilham kaynağım oldu. Ama bunlardan biri nişanlısı Bethlehem’de israilli askeri güçleri tarafından öldürülmüş 30 yaşındaki bir kadınla yapılmış bir röportajdı, intikam almak istemiş ve Filistin hareketinin terör tarafındaki birileri kendisine canlı bomba olması yönünde teklifte bulunmuş. Bombayı beline sararak israillilerin bir alışveriş merkezine girmiş ve herkesin o sırada normal bir şekilde alışveriş yaptığını görmüş. Kendisi de alışveriş yapmak istemiş, kararından pişman olmuş ve bombayı patlatmamış. Yaşamak istemek ve ölmeye karar vermek arasındaki o çok ince bir çizgi benim için çok ilginçti. Araştırmalara bu ince çizgiden başladım, yani kadın intihar bombacılarından. Ramallah’ta bir intihar bombacısına ulaştım ve annesinin evine gittim. Bir israillinin Ramallah’a girmesi yasaktır ancak ben sızdım. Çok yaşlı ve fakir bir kadındı. Evine girdiğimde yaptığı ilk şey beni kucaklamak oldu, sanki -aslında beni öldürmek isteyen- kızıymışım gibi ve o anda her şey kafamda bulandı. Anneysen, annesindir. israilli ya da Filistinli olman hiçbir şeyi değiştirmez, duygular aynıdır. Sanırım o anne ile buluşmam ve okuduğum diğer tüm yazılar bana bu filmi yapmak için ilham verdi.

4

– Siz de aynı bizim gibi oldukça politikleşmiş bir coğrafyada yaşıyorsunuz. Filmi izlerken sanki bu zor durumu konuşabilmek için yeni bir sinema dili inşa etme gibi bir çabanız olduğunu hissettiriyorsunuz. Mizah ve absürdlüğü kullanmanız gibi. Buna katılıyor musunuz? Bu durum daha geleneksel ya da alışılmış politik bir film bekleyen seyircilerde kafa karışıklığı uyandırıyor mu?

Bu film politik bir film değil, kimlik üzerine birfilm. Kadın üzerine birfilm. Benim hakkımda bir film. Politik bir yanı var çünkü ben israil’de yaşıyorum ve israil politik bir alan, muğlak, anlaşılması zor bir yer. Bundan kaçmıyorum, tam tersine bunu göstermek istiyorum. Bunu insanlar üzerinden göstermek istiyorum, fikirlerden ya da milliyetçilik üzerinden gitmek yerine küçük detaylardan, insanlardan, tek bir kadından yola çıkıyorum. Bu çok daha güçlü bir motif ve seyirciler de bu mizah üzerinden çok daha iyi idrak edebiliyorlar. Filmi bu şekilde ortaya koymak çok daha etkileyici bir iş ortaya koyuyor. Neşenin kaynağı kalbinizde

– Film İsrail’de nasıl karşılandı?

Aslında film israil’de daha gösterime girmedi. Nisan sonunda gösterime girecek ve bu yüzden epey merak ediyorum gelecek yorumları. Eminim ki bazıları filmden nefret edecek ama ben filmimden çok hoşnudum, o yüzden sorun değil. Yani benim için pek değişen bir şey olmayacak.

– Şu an üzerinde çalıştığınız projeniz neyle ilgili?

Şu an iki şey üzerinde çalışıyorum. Fransız ARTE kanalı için eşim Etgar’la üzerinde çalıştığımız, apartman işlerine yardım eden orta yaşlı bir adam üzerine altı sezonluk bir TV dizisi projesi var. Diğer proje ise yazma sürecinde olduğum uzun metrajlı birfilm.

– Filmden de anlayabileceğimiz üzere oyun oynamayı seviyorsunuz. Sizce yetişkinlerin oyun oynaması önemli mi?

Sanatta eğlenmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Ve oynarken eğlenmelisiniz. Oyun oynarken bir şeylerin yerini değiştirebilirsiniz, yapabileceğiniz değişiklikleri düşünebilirsiniz. Oyuncu olarak kariyerime başladım, oynadım ve çok sevdim, hâlâ da seviyorum. Oynamayı seviyorum, bir sanatı icra ederken çocuk gibi olmalısın, köklerine ve kaynağına geri dönmelisin. Oynarken buralara dönmek çok daha kolay.

– Katılıyorum ve bence bu hissiyat tüm filme yayılmış durumda. Bu film, silahlarla çepeçevre sarılmış olsak bile çocuksu kalmamız için bir beyan.

Evet, soykırım tanıkları bile neşelerini koruyabiliyorlar, çünkü bunu aslında her yerde yapabilirsiniz, kaynağı içinizde. Bunun kaynağı kalbinizde, çevrenizde değil.

– Çocukken oynamaktan en çok hoşlandığınız bir oyun var mıydı?

Aslında, evet! Korkutma oyununu severdim. Şu anda israil’de bir rock yıldızı olan ağabeyim ile birbirimizi korkutmanın yaratıcı yollarını bulurduk. Evimizi ürkütücü objeler ve renklerle süslerdik, kan yerine ketçap kullanırdık, oyuncakları taşlarla doldururduk… Çok severdim. Küçükken korkmayı ve onu korkutmayı çok severdim. Masalları çok sevdiğimden olsa gerek, masallarda korkutucudurlar ve beni korkuturlar. Filmde Nadine de en korkunç hikâyelerden biri olan Hansel ve Gretel gibi hikâyeleri kullanıyor. Evet, kesinlikle çok seviyorum.

(Cumhuriyet, 01.03.2015)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN