Post image
Dipten su yüzüne bir terk ediliş hikâyesi

24958_151_11

Yonca BOZTUNALI

Yüzyılımızın en iyi yazarlarından biri olarak kabul edilen Elena Ferrante yeni romanı “Sen Gittin Gideli”de, ansızın terk edilen bir kadının mutsuzluk, yalnızlık, korku ve çaresizlik içinde geçen günlerinin ardından “geri dönüş” hikâyesini anlatıyor.

Nisan ayında, bir öğle yemeğinden sonra, eşim beni bırakmak istediğini söyledi. Bunu biz sofrayı kaldırırken, çocuklar yan odada her zamanki gibi kavga ederken ve köpek radyatörün yanında mışıl mışıl uyurken yaptı.” Ünü artık ülkesi İtalya’nın sınırlarını çoktan aşmış olan Ferrante’nin “Sen Gittin Gideli” isimli romanı, işte böyle boğazınızda bir lokmayı düğüm edecek şekilde güm diye başlıyor. Terk edilişin, sıkıcı da olsa alışılagelmiş rutinin ansızın kesilmesinin yarattığı sarsıntı ve şok anı da okuyucuyu en başta yakalayıp içine alıveriyor.

Ferrante’nin insanın iç dünyasının röntgenini çeken, beynin atomlarına kadar inerek her bir gizemli köşeyi açığa çıkarıp ruhun en karanlık dehlizlerindeki kaosu deşifre eden cesur dili, “Sen Gittin Gideli”de okuyucuyu soluksuz bırakıyor. İnsanın kendisiyle en yorucu şekilde yüzleşmesini anlatan romanı bazıları psikolojik gerilim olarak da değerlendirebilir; haksızlar da diyemeyiz. Ferrante, terk edilen bir kadının, bir annenin, mutsuzluk, yalnızlık, korku ve çaresizlik içinde geçen günlerini nasıl bir buhran içerisinde yaşadığını anlatırken, terk edilenin birden bire dibe vurup vurgun yiyerek, iyice gerçek dünyadan koptuğu noktadan hayata dönüşünü aktarıyor romanında.

Elbette terk edilen her zaman daha ağır ve geç başlar yeni hayata… Kahramanımız, kitabın hemen başlangıcında terk edilişi yaşayan 38 yaşında, iki çocuk annesi Olga… Evlilik için kendi isteklerinden yıllarca vazgeçmiş bir kadın. Mühendis kocası Mario ile sürekli şehir değiştiren, iki çocuğun bakımı ve ev işleri derken kendini unuttuğu bir yaşamda yıllar geçirir. Ansızın kocasının başka bir kadın için kendisini terk ettiğini öğrenince de geçmişi, evliliğini ve hayatı sorgulamaya başlar.

140820171206262735750Öncelikle Olga’ya kafasının karışık olduğunu söyleyen eşi Mario, aslında ne kadar kötü biri olduğuna Olga’yı ikna etmeye çalışır; çocukluğu ile ilgili rahatsız edici hikâyeler anlatır, gençlik yıllarında ne kadar kötü biri olduğundan, her zaman problem bir tip olduğundan bahseder. Olga’nın, ona olan sevgisini azaltmak, geçmişin günahlarını çıkarmak ve 15 yıldır evli olduğu adamın aslında nasıl biri olduğunu ona göstermek ister. Buna rağmen Olga, onu sakinleştirip güven vererek kendisine geri dönmesini sağlamaya çalışır. Oysa Mario’nun yaptığı bilinçli bir oyundur; başka bir kadına âşıktır.

Feminist bir metin

Elektrodaki kalp atışları gibi bir yükselip bir alçalan ruh hali ile uykusuz geceler geçiren Olga, eşi Mario’ya sayfalarca mektup yazarak ona duygularını anlatmaya çalışır. Bir süre sonra akşamları bir saat de olsa çocukları görmek için eve uğramaya başlayan Mario’ya mektupları veren Olga, çok kızgın, kırgın ve huzursuzdur. Bir yandan hâlâ kocasına âşık olduğunu fark eder. Kocası eve gelmeden önce onun en sevdiği elbiseyi giyer, eşinin hediye ettiği küpeleri takar, en sevdiği yemeği yapar ve bekleme başlar. Ancak bu hazırlıklar öyle disiplinli ve sakince olmaz. Defalarca duş alır, her zaman yaptığı yemeği yaparken eli ayağı birbirine dolaşır, mutfak alt üst olur, şarap şişesi kırılır ve beklenmedik bir kaza zaten zor geçen bir dönemi iyice buhrana sürükler.

Birdenbire kendini iki küçük çocuk, bir köpek, ev işleri ve faturalarla baş başa bulan Olga, günden güne normal hayatını devam ettiremeyecek derecede zorlanmaya başlar. Yaşadığı apartman dairesinin duvarları arasında hapis kalan, hayaller, sorumluluklar, acılar, pişmanlıklar ve mutsuzluk içerisinde, yaşamın bir daha asla normale, eskiye dönmeyecek gibi göründüğü zamansız, mekânsız günler geçirmeye başlar. Çocuklarını unutup ev düzenini koruyamaz hale gelecek kadar hayattan kopan Olga’nın konuşma tarzı bile değişir; kaba, küfürlü, rahatsız edici iğneleyici konuşmalarıyla yakınındaki herkesle iletişimini zora sokar, insanları kendinden uzaklaştırır.

Ve her şeyin zirve yaptığı bir günde hayat iyice bulanıklaşır. Olga, şimdi hasta bir çocuk, ölmek üzere olan bir köpek, açılmayan sokak kapısı, çalışmayan telefon, gerçek dünyayı görmesine izin vermeyen geçmişten gelen görüntüler ve bedeninin tüm yaşam enerjisini çekmiş olan yalnızlıkla nasıl baş edebilecektir? Ferrante, bir ayrılık öyküsünden yola çıkarken, aslında biraz da feminist bir bakış açısıyla evlilik kurumunu irdeliyor. Kadınların yaptıkları fedakârlıkların ansızın kendilerini bir yok oluşasürükleyebileceğine işaret ediyor.

Terk edenin önceden düşünülüp planlanmış yeni hayatına geçme öncesi yaşadığı huzursuzluk ve özgürlüğe geçişteki sabırsızlığı ile terk edilenin her şeye hazırlıksız yakalandığı ve yarının ne olacağını bilmediği dönemde yaşadığı karabasanı çok güzel anlatmış. Terk eden her zaman daha iyi görünse de, terk edilenin geçtiği cendere onu sonradan bir su gibi tertemiz yaparken, terk edeni de, ne zaman karşısına çıkacağı bilinmeyen bir kaos bekliyor sanki. Ferrante, yine sürükleyici bir romanla İtalya’dan Türk okurlarına göz kırpıyor.

En tanınan ve hiç tanınmayan İtalyan yazar

2016 yılında, Time dergisinin en etkileyici insanları arasında adı geçen, romanları şimdiye kadar 48 dile çevrilmiş, İtalyan yazar Elena Ferrante, artık günümüzde sadece İtalya’da değil tüm dünyada en tanınan ve aynı zamanda en az tanınan edebiyat dünyası şahsiyeti… James Wood’un New Yorker dergisinde, 2013 yılında kaleme aldığı makalede Ferrante’den böyle bahsediliyor. Evet, yanlış okumadınız. Bilmeyenler için bu ironinin ve garipliğin hikâyesi şu: Elena Ferrante, yazarın takma adı ve gerçekte kim olduğu yıllardır tartışılmakta. Gizemli kişiliği ile edebiyat dünyasında kulisleri karıştıran ve Napoli’de geçen hikâyeler kaleme alan Ferrante, kimliğinin açıklanmasını istemediği için bugüne kadar hiçbir imza gününe, konferans ve söyleşiye katılmadığı için okurlarıyla da buluşmamış. Kendisi hakkında bilinenler, gazetecilerle yazılı olarak yaptığı röportajlara verdiği cevaplardan ibaret.

New York Times, Ferrante’yi zamanımızın en büyük romancılarından biri olarak tanımlarken, araştırmacı gazeteciler de peşini bırakmıyor. Ferrante’nin İtalyan bir yazar olan Domenico Startone’nin eşi, çevirmen Anita Raja olduğu en çok yazılan tahminlerden. Bu savı ileri sürenlere göre Ferrante’nin yazış tarzı ve seçtiği konular, Raja’nın çevirmeyi tercih ettiği kitaplara yakın bulunuyor. Ayrıca Raja’nın eşi Startone’nin romanlarının da Ferrante ile benzer konularda, ancak farklı bir bakış açısıyla yazılmış olduğuna dikkat çekiyorlar. 2014-2015 yılında bir şekilde Raja’nın finansal kayıtlarına ulaşan gazeteci Claudio Gatti, başka yazarlarda kolay kolay görülmeyecek bir hesap hareketinin dikkat çektiğini, Ferrante’nin kitap şatışlarıyla paralel şekilde rakamların giderek yükseldiğini haber yapmış. Tüm bu yazılıp, çizilen ve de konuşulanlar, yayınevi ve adı geçen kişilerce elbette reddedildi ve Ferrante bugün hâlâ gizemini korumaya devam ediyor. “Önemli olan yazdıklarım, ben değilim,” diyerek işten çoktan sıyrılmış zaten Ferrante.

(Vatan Kitap, 15.08.2017)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN