Post image
Canına Tak Eden Kadınlar

5021_Sibel_Hurtas469SEVİM ERTEMUR (sevim.ertemur@umut.org.tr)

Kadınların kurbanı olduğu cinayetlerin sıradanlığına oranla, kadının kocasını öldürmesi, istisnai ve şaşırtıcı bir “olay” sayılır. Sibel Hürtaş, İletişim Yayınları’ndan çıkan “Canına Tak Eden Kadınlar-Kocalarını Neden Öldürdüler?” adlı kitabında, işte bu “olayların” failleriyle konuşuyor, onları konuşturuyor.

Canına tak eden kadınların hikâyeleri… Dayak, cinsel şiddet, manevî baskı, çocuğuna yapılan işkence ve envai çeşit eziyet karşısında dayanma gücü kalmayıp kocasını öldüren kadınların hikâyeleri…

canina-tak-eden-kadinlar“Çocukları okuldan alacakmış, ‘Aldırmam,’ dedim. Onun üzerine bizi dövdü. Sonra tüfeğini doldurdu. Evin içinde biz önde o arkada, kovaladı. Yoruldu, ‘Hele bi uyuyum, uyanayım seni öldürcem’ dedi bana. Tüfeği duvara yaslayıp, uyudu. Daldıktan sonra tüfeği aldım, vurdum. Şimdiye kadar çocuklarım için katlanmıştım ona, ‘Çocukları da okuldan alacaksa niye katlanayım’ dedim. Vurdum. Sonra da Jandarma’ya yürüdüm, teslim oldum. Hiç pişman değilim, keşke daha önce yapsaymışım...” Hızla tükenen titrek ümitler, “ağır tahrik” tanımını klişe olmaktan çıkartan zulümler… Çok defa çocuklarıyla beraber, gayya kuyusuna düşen kadınlar… Sibel Hürtaş, “kadınlara özgü ölümcül sessizliğin” arkasındaki o korkunç gürültüye kulak vermemizi sağlıyor.

Hürtaş, kitabının sunum bölümünde de belirttiği gibi çalışma hayatının büyük bölümünü Adliye koridorlarında hikâyeler kovalamakla geçiren bir yargı muhabiri. Bu kitap da aslında o koridorlardan çıkmış. Bir duruşma salonunda, omuzlarına günün ağırlığı çökmüşken ve canı oldukça sıkıntılı ve keyifsiz olduğu günlerden bir gün bir kadına rastlamış… Kocasını öldürmüş bir kadına…

sibelKadın sanık sandalyesinde, Sibel Hürtaş ise izleyici sırasında. Yüzünü bile görmediği kadının ‘müebbet hapis cezası‘ alırken tüm duruşma salonunu kasıp kavuran kayıtsızlığı etkilemiş Hürtaş’ı. “Bir kadını neyin bu denli sessiz bırakabileceğini!” düşünmüş durmuş uzun süre. Ve bu olaydan uzun yıllar sonra aklımdaki soruya yanıt bulabilmek için kadınların kaldığı cezaevlerine gitmeye karar vermiş… Biri Psikolog iki öğretim üyesi dostuyla birlikte bürokratik işlemleri tamamlayıp 5 Nisan 2011’de Ankara Sincan Cezaevi’ne doğru yola çıkmışlar. Ardından İstanbul’a Bakırköy Kadın ve Çocuk Tutukevi’ne gitmişler. Sonra Eskişehir Çifteler Kadın Cezaevi, Adana Karataş Kadın Cezaevi ve Denizli Bozkurt Açık Kadın Cezaevi’ne…

İki ayı aşkın süren çalışma boyunca, kocasını ya da sevgilisini öldürme suçundan hüküm giymiş 30 kadınla bir araya gelmişler. Kadınlarla görüşmelerini bir odada idareden kimse olmadan gerçekleştirmişler. Bazı görüşmelere mahkûmların istekleri ile cezaevi psikologları da katılmış. Samimi bir sohbet şeklinde geçen görüşmelerde, suçlarını değil, hayatlarını anlatmalarını istemişler kadınlardan.

“Onlarda, çocukluklarından başlayıp, önceki gün gördükleri rüyaya kadar her şeyi bir solukta anlatmaya çalışıyordu” diyor Hürtaş ve devam ediyor:

“Bazısında esprilerle gülüştük, bazısında ise katıla katıla ağlaştık. Bu görüşmelerde bizi en çok etkileyen olay, cinsel şiddetin yaygınlığıydı. Cezaevinde tanıştığım 50’li yaşlardaki bir kadın, kocasından türlü eziyetler gördüğünü anlatırken utana sıkıla onun dışkısını evin ortasına yapıp zorla kendisine yedirmeye çalıştığını ima etmişti. Hem de bir iki kez değil, evli oldukları 38 yıl boyunca, defalarca. Bu şiddetten kaçmak için bir kez ikinci kattaki evinin balkonundan atlayıp topuklarının kırılmasını göze almış, birkaç kez de köy yerinde gece vakti tarlada nefesini tutup saklanmıştı.

page_tecavuzYaşadıklarını şöyle anlatmıştı: Eve girmek istemezdim, korkardım, sesimi de çıkaramazdım. Kaç saatlere kadar ‘tarlada çalışıyorum’ derdim de gidemezdim. Tam 38 sene o eve girmemek için, ne çileler çektim. Ben evde olup da o akşam geldiğinde, kolumda hırkama bıçak saklayıp açardım kapıyı, bir şey yapacağımdan değil ya. Tam 38 sene ben öyle açtım kapıyı. En son günü yine dövmeye başladı, kaçtım. Kapıya kadar ulaştım, kapıyı kilitlemiş yine anahtarı cebine koymuş, geldi arkamdan saçlarımdan tutup sürükleyince, ben de elimdeki bıçağı vurdum sonra balkondan atladım, orada bayılmışım. Ayılınca söylediler öldüğünü… Yaşlı kadın, yargılandığı sırada adamın sapkınlıklarını anlatmaya utanmış, görüşmeyi yaparken bizden Yargıtay’a dilekçe yazmamızı istemişti.

Kocasının isteklerini ‘sapkın’ diye niteleyip ayrıntılarını anlatamayanlar olduğu gibi, bu yaşlı kadın gibi utana sıkıla da olsa başlarına geleni anlatanlar arasında kocasının onu kendi yanında başka biriyle olmaya zorladığını ima eden bir kadın da vardı. Son kavgalarında kocasını öldürmüştü. Cezaevinde çalışan kadının tek tesellisi kazandığı parayla kızını üniversiteye göndermek olmuştu. O da yaşadığı sapkınlık hallerini mahkemede dile getirememiş, müebbete mahkûm olmuştu.

Kocalarından kaba kuvvetle şiddet gören kadınlar da vardı. Onların tek farkı mahkemede bu şiddeti üstelik tüm ayrıntıları ve bazen de tanıklarıyla anlatabilmeleriydi.

Mahkeme salonlarında özellikle de ilk duruşmalarda yaşanan curcunayı düşününce, kadınları daha iyi anlıyorum. Salonlardaki izleyici sıraları sadece maktulün ailesi değil mahallenin esnafından duruşma sırasını bekleyen ilgisiz insanlara kadar dolu olur. Kadınların, hele de çocuklu olan kadınların bu curcunada böylesine bir şeyi anlatmasının imkânı olmaz. Ya tek başlarına sorgulandıkları Savcılık ya da Emniyet? Onlar da erkek olduğu için yine sessiz kalıyorlarmış…”

1398241751_40_cocukCinsel şiddetin kadınlarla sınırlı olmadığını belirten yazar Hürtaş, görüştükleri bir kadın, ilk eşinden olan oğlunu, ikinci eşinin taciz ettiğini anlattığını belirtiyor. Kadın ilkokula giden oğlunun öğretmeni sayesinde olaydan haberdar olur olmaz kocasını öldürmüş. Kocasını kasap bıçağı ile 42 yerinden bıçakladığını, ardından üzerine kolonya döküp yaktığını, sonunda tüm evi yaktığını ve dışarı çıkıp izlediğini anlatıyor kadın Hürtaş ve arkadaşlarına. Bir yandan da neredeyse tüm vücuduna yaptırdığı oğlunun isminden oluşan dövmeyi okşuyor.

Yazarın cezaevinde en çok etkilendiği kadınlardan biri olan bu kadının cezaevine girdikten sonra oğlunu yurda vermişler. Hikâyesini, “Oğlumu ara sıra ziyaretime gönderiyorlardı. Son geldiğinde, ‘yurtta beni dövdüler anne,’ dedi, yemekleri döküyormuş diye. Ben de yurdu şikâyet ettim. Ondan beri çocuğumu göndermiyorlar, benden kötü etkileniyormuş. Ne zamandır göremedim yavrumu, çok özlüyorum, ne yapıyor orada merak ediyorum” diye anlatıyor kadın.

diyanetten-cocuk-gelin-aciklamasi

Çocuk gelinler

Hüraş, cezaevinde görüştüğü kadınların hemen hepsinin (sadece kırsalda yaşayanlar değil kent merkezinde yaşayanlar da dahil) çok erken yaşta evlendirilmiş olduklarına dikkat çekiyor:

“Bir kadın 12 yaşında evlendirildiğini anlatmıştı, bir diğeri 14. Hepsinin de evlendirilme nedeni aynıydı: ‘Yabancıya gitmesin.’ Kadınlar ilkokuldan sonra okumamıştı, aralarında okul yüzü görmeyen de vardı. Görüştüğümüz kadınlardan sadece biri yüksekokul mezunuydu. O Pakistanlıydı. Onunla Cezaevi müdürünün ‘Burası Birleşmiş Milletler gibidir. 42 milletten kadın vardır,‘ dediği Bakırköy Cezaevi’nde tanışmıştım. Çok ilginç, ama tanışır tanışmaz, onu hatırlamıştım. Neredeyse 10 yıl önce fotoğrafçı sevgilisini bıçaklayarak, öldürmüştü. Fotoğrafçı ünlü olunca olay uzun süre gazetelerde yer almıştı. Düzgün bir Türkçesi vardı. Türkçesi ve anadili dışında 4 dil daha biliyordu. Tek isteği Pakistan’a dönüp, ailesini yeniden görebilmekti. Aynı, cezaevinde kalan diğer yabancı kadın mahkûmlar gibi.”

Yazar ve arkadaşlarının cezaevinde görüştükleri kadınların hemen hepsi bir mağdur kimliği taşıyor. Kadınların, yoksulluk, şiddet, sapkınlık, çocuklarına yönelik eziyet hayatlarının neredeyse olağan parçaları haline gelmiş. Bu durumdan kurtulmak için de mücadelelere girişmiş, hemen hepsi aynı yolları denemişler. Sırasıyla baba evine, polise, mahkemeye gidip de eli boş dönenler hatta intiharı bile deneyenler bulunuyor. “Görüştüğümüz kadınların ilk anda gittikleri yer baba eviydi” diyor Hürtaş ve şunları söylüyor:

“Bazısı birkaç gün, bazısı ise neredeyse bir yıl kaldıkları evlerinden kocalarının evlerine dönmeye zorlandıklarını söylediler. Cinsel şiddeti gizleyip, gördükleri kaba kuvvetten şikâyet eden kadınlar boşanma kararlarına babalarından ‘Gelinlikle çıkan kefenle girer’, elleriyle memelerini işaret eden analarından ise ‘Buradan emzirdiğim zehir, buradan emzirdiğim haram olsun,’ yanıtını almışlarSincan Cezaevi’nde tanıştığım bir kadın –kitapta da Avlu isimli öyküde yaşadıklarını anlattım– boşanmak için üç kez ailesinin yanına sığındığını, üçünde de kocasının yanına gönderildiğini anlatırken, ‘Ben cezaevine girdikten sonra boşanmak isteyen iki kız kardeşime de izin verdiler. Annem söyledi. Çok üzüldüm. Onlara sağladığınız hakları bana da sağlasaydınız ben şu an cezaevinde olmazdım,’ dedim demişti…”

Canına Tak Eden kadınlar

Sibel Hürtaş

İletişim Yayınları

1. baskı – Temmuz 2014

192 sayfa

16,50 TL

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN