Post image
Bu mutsuzluk üzerine düşünmemiz lazım

husnu-arkan

Efnan ATMACA 

Hayat sadeleştiği zaman her şey çok daha net görünür. Karmaşanın, kalabalığın içinde pek çok şeyi gözden kaçırabilirsiniz. Hüsnü Arkan’ın son kitabı ‘Gülhisarlı Terziler’ o sadelikle bakıyor hayata, hayatlara… Küçük bir kasabanın sıradan insanları onun kahramanları. Ayhan Demir’in etrafındaki, ona dokunan insanlar. Aykırı bir kahraman Ayhan Demir. Her satırda sizi şaşırtan, tam çözdüğünüzü düşündüğünüzde farklı bir özelliğini öğrendiğiniz biri. Kitaptaki sadelik pek çok soru çıkarıyor okurun karşısına, keşfedilecek birçok kapı açıyor. Kaderi sorguluyorsunuz, savaşmayı, değişimi, değişimin getirdiklerini, çevrenizdekilere başka bir gözle bakabilmeyi. ‘Gülhisarlı Terziler’le tanışmanızı öneririm.

‘Gülhisarlı Terziler’ için iddiasız insanların iddiasız gibi görünen ancak katman katman derinleşen hikâyesini anlatan, aykırı bir roman diyebilir miyiz?

Bunu herhalde okuyucular değerlendireceklerdir. Herhangi bir aykırılık iddiasında değilim. Roman tek bir karakterin içinde ve çevresinde dönüyor. Pek aşırılığı olmayan, aşırılığa elvermeyen bir dünyada, küçük bir kasabada yaşıyorlar. Kendilerini kaderlerinin eline bırakmışlar. Hayatlarının belirli dönemlerinde girişkenlik göstermişler ama hayat onları hep terslemiş ve sonunda rızaya mahkum etmiş. Ancak yine de yavaş da olsa değişebiliyorlar.

Türkiye’nin geçirdiği merhalelerin; ta kuruluşundan bu yana 12 Eylül’ün, Kürt sorununun, Güneydoğu’da devam eden savaşın insanların hayatını nasıl da değiştirdiğini okuru germeden, ilmek ilmek dokuyarak anlatıyorsunuz. Neden böyle bir anlatımı tercih ediyorsunuz?

Bu bir kasaba hikâyesi… Dağılan, çözülen bir yapının içinde yaşanıyor. Herkes oradan kaçmak ister, ama kaçmaya cesaret edenler sayılıdır. Çoğunluk kaderini aramaz. Kader onları gelip bulur. İşsiz bırakır, bir terzihaneye kapatır, savaşa gönderir, tekerlekli sandalyeye oturtur, velhasıl elinden geleni ardına koymaz. Böyle bir hayatta gerilim olmaz ki. Sadelik vardır, yavaşlık vardır, teslimiyet vardır ve tabii ki insani bağlılıklar vardır. Çareyi biraz da bu bağlılıklarda bulurlar.

Kitap arka metninde hayli politik. Siz nasıl değerlendirirsiniz? Sizce bir kitap ne kadar politik olmalı?

Ben acaba ne yazayım da politik olmasın diye kara kara düşünen biri değilim. Ama politik yazayım da ne yazarsam yazayım diye düşünen biri de değilim. Tanıklıklarımı dile getirmeye çalışıyorum ve elbette yakınlık duyduğum siyasi görüşler de var. Edebiyatın siyasetten ne kadar uzak ya da siyasete ne kadar yakın durması gerektiği hakkında söylenenleri pek umursamıyorum. Bunlar yazarın özgür seçimleridir. Yoksa Steinbeck’e de, Jack London’a da, George Orwell’a da, yazdığım kitapta göndermeler yaptığım Tolstoy’a, Puşkin’e, Herman Hesse’ye, Collodi’ye de ayıp etmiş olurduk. Edebiyat dolaylı olarak her zaman siyasi ölçeklerle de yorumlanabilir. Ancak bunun bir yapıtı yorumlamak için tek başına yeterli olabileceğini düşünmüyorum. Bu yüzden, “Bir roman ne kadar politik olmalı?” sorusunun bende bir cevabı yok. ‘Pinokyo’ kadar, ‘Küçük Prens’ kadar der geçerim.

‘Gülhisarlı Terziler’ en fazla satır alanından en çok alanına kadar pek çok kahramanla dolu. Kahramanların öykülerinin her biri kısa ancak derinlikli olarak okurla paylaşılıyor.

Söylediğiniz gibi fazla sayıda kahramanımız yok. Kitapta dört, beş kişinin iç dünyalarını incelemeye, anlamaya ve anlatmaya çalıştım. Bunlardan biri de öne çıktı. Bunlar hayata gol atan kahramanlar değili, sıradan insanlar. Her sıradan insan gibi sıradanlıklarının bir ölçüsü de yok. Bazen derin ve hatta anlaşılmaz da olabiliyorlar. Bende, sizde, çevremizde bunlardan çok var.

“HERKESİN KAÇIP GİTMEK İSTEDİĞİ BİR YER VATAN DEĞİLDİR”

Kahramanların belki de Dilaver hariç bir tutunamama hali var. Bu hal bu coğrafyaya özgü bir durum mu?

hüsnüTabii ki değil. Tutunamamaktan pek çok şeyi anlayabiliriz. Güç sahibi olamamak tutunamamaktır. Yalnızlık da bir bakıma tutunamamaktır. Kendini sistemin dışında hissetmek, sisteme adapte olamamak da tutunamamaktır. Bugün Beyoğlu’nda, Kapalıçarşı’da, Unkapanı’nda dükkanlarını kapatmak zorunda kalanlar da tutunamadıklarını anlıyorlar. Yeryüzünde milyonlarca mülteci var. Onlar da tutunamıyor. Aslına bakılırsa Dilaver de tutunamıyor. Vasıfsız bir genç olmaya mahkum edilmiş bir hali var. Bunun adına tutunmak denemez.

Düşünün, bu memlekette yaşayan gençlerin çoğu Avrupa’ya gitmek istiyor. Bu toplumun gözü hep dışarıda… Üstelik 1960’lardan beri! Niye gitmek istediklerini hepimiz biliyoruz. Düzenli bir iş istiyorlar, iyi yaşamak, özgür yaşamak istiyorlar. Güvenlik istiyorlar, çocuklarına gelecek istiyorlar. Avrupa vatandaşlarının yaşadığı gibi yaşamak istiyorlar. Suriyeliler de bunu istiyor, Afrikalılar da… Bizimkiler, batılılar onlara soruyor; “Sen niye bunu istiyorsun?” diyorlar. Çok acayip değil mi? Çok ayıp değil mi? Bir vatan yaratmak sorunları çözmüyor. Herkesin kaçıp gitmek istediği bir yer vatan değildir. Bütün bu mutsuzluk üzerine düşünmemiz gerekiyor. Bu mutsuzluğu her gün yeniden üreten dinamiklere tepki göstermemiz gerekiyor.

Yine kahramanlardan yola çıkarsak hep bir tevekkül içindeler. Sahip olduklarıyla yetinen fazlasının peşinde koşmayan kahramanlar. Hep bir iç sıkıntıları var ancak bu durumdan çıkma çabaları yok. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Ne yazık ki gerçek hayatta da insanların çoğu tevekkül içindelermiş gibi görünüyorlar. Sahip olduklarından fazlasının peşinde koşmuyorlarmış gibi görünüyorlar. Ancak görünüşe aldanmamak lazım… Birkaç yüzyıldır kimse kendi isteğiyle çilehanelere ya da manastırlara kapanmıyor. Tevekkül bugünün insanı için çaresizlik ve umutsuzlukla ilgi bir şey. Ayrıca hem tevekkül sahibiymiş gibi görünüyorlar hem de şeytana pabucunu ters giydirmeye çalışıyorlar. Yani onların durumlarını tevekkül gibi dini kavramlarla açıklamak pek mümkün görünmüyor. Eskilerin mütevekkilleri artık yaşamıyor. Bir de şu var tabii; insanın kendi kaderini çağırması, onu elde etmek için savaşması riskli bir iştir. Bizde riski bizim adımıza devlet alır. Ceremesini gencecik çocuklar çeker. Bu boşuna yaşamış olma halinden en azından şikâyet ediyor olmamız lazım. Her şey şikâyetle başlar.

Geçmişimizde var olan ancak bugünlere ulaşmayan değerlere sahip insanların hayatlarını anlatıyor kitap. Nedim Usta’dan Lütfi Usta’dan okuyoruz bunları… Ayhan Demir ve çevresi de o değerlere sahip. Dünün değerlerinin bugünlere ulaşamamasının sorumluluğunu nerede buluyorsunuz?

Ekonomik, sosyal, kültürel ortamın, onlara ait değerlerin, insani çevrenin her nesilde değiştiği, yeniden yapılandığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu, sistemin belli başlı çalışma ilkelerinden biri. Hem olumlu hem olumsuz anlamda, değer dediğimiz şeyin yerine başka bir değer konabiliyor. 19. yüzyılın ‘Orman köylülerindir’ şiarından, bugünlerin ‘Orman ağaçlarındır’ şiarına geçmek bir değer değişimidir. Bu değişim bizde biraz hızlı çalışıyor. Biçimsel bile olsa hakkaniyetten “Benim memurum işini bilir” densizliğinin kabulüne anında geçebiliyoruz. Şimdi ortada herhangi bir ‘değer’ kaldığını söyleyemem. “Çalıyor ama çalışıyor” lafında bir değer bulabiliyor musunuz?

‘Gülhisarlı Terziler’in kahramanlarının değerleri ise kişisel insani değerler. İnsanın yaptığı işe duyduğu saygı, insanların birbirlerini önemsemeleri, okudukları kitapları önemsemeleri, kendileriyle hesaplaşabilmeleri, nezaketleri… Bu insanlar hâlâ var. Öte yandan aynı insanların içinde kötücül şeyler olduğunu da reddedemeyiz. Buralar eskiden hep dutluktu diyemeyeceğim.

BARIŞ SADECE MUTLULUK İSTEYEN İNSANLARI SEVİNDİRİR

Sürekli savaş ikliminde yaşayan insanların hayatları var kitapta, barış iklimi gelir mi topraklara? Bugün yaşananlar yarına nasıl hayatlar hazırlıyor?

Geçtiğimiz günlerde Kolombiyalılar barışı reddetti. Yani plebisit sonuçlarına bakarak şunu anlıyoruz ki, o toplumun yüzde kırkının yüzde ellisinden fazlası savaşı ve belirsizliği istiyor. Bu oran bile tehlikeli bir şeydir. Ama şimdi görüyoruz ki sorunun ciddiyeti orada kitleler için daha anlaşılır bir hale geldi. Sorun o iç savaşı kaybetmek ya da kazanmakla çözülmüyor. Barışla çözülmeye başlıyor. Bir açıdan Türkiye’de yaşananlar da pek farklı değil. Hatta daha geride… Sorun aynı ama çözümün batı yakasında kitlesel bir siyasi sahibi yok. Barışı mümkün olduğunca kırılgan hale getirmeye çalışıyorlar ve başarıyorlar. Bundan kim faydalı çıkıyor, kim çıkar sağlıyor bilmiyorum. Biliyorum da bilmiyormuş gibi yapıyorum. Hükümet politikaları bu kırılganlığı çoğunluk adına kullanıyor. İnsanlar yakın geleceklerinin tehdit altında olduğunun pek farkında değiller. Daha da ötesi sorunun savaşla çözüleceğini umuyorlar ve otuz beş yıldır anlaşılıyor ki, bunda ısrarlılar. Topluma barışı önermezseniz ve yalnızca savaş seçeneğini bırakırsanız böyle olur. İki buçuk yıl önce barış önerildiğinde neler yaşandığını da gördük. Toplumun bunu kabul edebileceği bir siyasi havanın yaratılmasının mümkün olduğunu gördük. Ancak siyasi çıkarlar, bu politikanın devamını ve sonuçlandırılmasını engelledi. Barışı çözüm olarak görmeyenler daha büyük savaşlar isteyenlere cesaret verirler. Çünkü savaş bazıları için güç ve kazanç demektir. Barış sadece evine ekmek götürmenin derdinde olan insanları sevindirir. Barış sadece mutluluk isteyen insanları sevindirir.

GULHISARLIGÜLHİSARLI TERZİLER
Hüsnü Arkan
Kırmızı Kedi Yayınları, 2016
214 sayfa, 17.50 TL.

(Radikal Kitap, 14.10.2016)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN