Post image
Bize acil Rh+ iyilik lazım

bize-acil-rh-iyilik-lazim-229301-5

MELTEM YILMAZ @meltemmmylmz

Leman’ın yaratıcısı Mehmet Çağçağ, “Kötülük diye bir şey yok, ‘Kötülük iyiliğin yokluğudur’ derler. Ne yazık ki şu an kimsenin iyilik arayışı yok, Rh pozitif iyilik lazım bize” diyor

12 Eylül döneminde Gırgır dergisi ile çizerliğe başlayan, ustası Oğuz Aral’dan dergicilik geleneğini devralan, günümüzün birçok dergicisi ve çizerinin yetiştiği Leman’ın yaratıcısı ve çizeri Mehmet Çağçağ, BirGün’ün sorularını yanıtladı.

»Son derece üretken bir sanatçı olmana rağmen iki yıldır karikatür çizmiyorsun. Neden?

Canım biraz da çizmek istemiyor. Yazmak, çizmek, resmetmek bu işler kalp işidir, duygu işidir gönül işidir, sevgi işidir. Tahammül eşiğinin sıfırlandığı bir atmosferde asabi bir çizere dönüşmek, bu hırçın atmosfere katkı sunmak istemiyor da olabilirim. Yazmanın, çizmenin, gülmenin, kifayetsiz olduğunu gördükçe havanda su dövüyormuş hissine kapılıyor insan. Trajedilerinden ders almayan bir aklın coğrafyasındayız. Ülkede bir aklıselim vardı, ruhuna el Fatiha… Bir sağduyu vardı “Aradığınız duyuya ulaşılamıyor.”

mehmet-cagcag-mizah-gulunc-duruma-dusurerek-bedel-odetir-35293-5

»Sorun Türkiye atmosferinin bir sanatçı için üretmeyi imkânsız hale getirmesi öyleyse, değil mi?

Ülke yaşadığım hiçbir dönemde tanık olmadığım kadar gergin. Türkiye’ye dair umudumu yitirmedim ama sorun kopan muhabbette… Bu topraklar Yunus’u, Mevlana’yı, Hacı Bektaşi Veli’yi, Şeyh Bedrettin’i, Hoca Nasrettin’i çıkarmış. Bu topraklarda birbirimizle geçim derdimiz, sevgisizlik, tahammülsüzlük hep olmuş ki bu değerler yetişmiş. Ve söz ile sevgi ile bir etmişler ayrı gayrıyı. Ben şuna inanıyorum: “Kötülük diye bir şey yok, kötülük iyiliğin yokluğudur” derler. Ne yazık ki şu an kimsenin iyilik arayışı yok, Rh pozitif iyilik lazım bize.

Umut ve şifa verecek metinler lazım

»Siyasetin hayatlarımızı rehin almasının bir sonucu bu durum?

“Bu ülke insanlarına kendinden başka bir şeyle ilgilenme fırsatı vermiyor” demiş Tanpınar. Hayallere hiçbir zaman sıra gelmemesi demek bu. Oysa seni sen yapan şey hayallerindir; karın doyurmakla geçen gündelik hayatı geç, kira, faturalar değil hayat. Gündelik ihtiyaçlarla geçen hayata yazık. Bu gündem ile açıklanır bir şey değil, daha derin bir mevzu.

»Ama Edward Said, Avrupa edebiyatının son 100 yıldır Doğu’dan beslendiğini söyler. Bunun bir nedenini de savaşların, çatışmaların, baskıların ve günlük yaşam kaygılarının yoğun olduğu ülkelerde sanatsal üretimin daha kaliteli olması olarak gösterir.

Batı aydınlanmanın mirasını yedi bitirdi. Varsa yoksa tasarım ve dizayn. Yaratıcı enerji buraya akıyor objeye şekil verme hali bir yandan da endüstrinin çarklarını döndürme gayreti içinde… Tasarım durursa tüketim ve haliyle endüstri durur.

Gerçekliğe ayna tutan, daha ötesi gerçekliği değiştirip yön tayin eden dönüştürücü sanat yok. Kültür üretimi de eğlence, kişisel gelişim kitapları düzeyinde. Sahici, güçlü, sarsıcı metinler lazım; insanlığa umut ve şifa verecek metinler. Yoksa dünya kafayı yiyecek. Avrupa Hindistan’a akıyordu gerek kalmadı çünkü gurular youtuber oldu.

Avrupa medeniyetinin git gide karardığını morardığını, ışığını kaybettiğini herkes görüyor. 10 sene önce multikültürü konuşan Avrupa’da, şimdi tekrardan ırkçılık yeşeriyor. Aydınlanmayla elde edilmiş kazanımlar da aşına dursun yaratılmış refahı, ite kaka birlikte yaşam kültürü ütopyası AB’si ile, Doğu ile kıyas kabul etmez. Burun kıvırmak yerine öğreneceğimiz şeyler de var.

Gezi mizahı meydan okumadır

»2017’ye giriyoruz, gergin bir röportaj olmasın diye mizah konusunu seçtim. Umut verici bir şeyler söylemeyecek misin?

Umudum tabii ki var, Homosaphiens’ten bugüne geldiyse insan, yoluna devam eder. Tarih içerisinde karanlık tünellere girdiğimiz anlar var, o anlardan birindeyiz. Yaşanan onca acı kısa ömrün kârı.

AKP ya da Kemalistler diyerek izah edilecek bir durum değil bu. Bir sürü unsuru içinde barındıran bir süreç. Dipten gelen dalga yüzeye çıktı, bir hesaplaşma gibi de bir yandan. Türkiye’nin bastırılmış ve konuşulmamış bir hali, iç ve dış dinamikler de elbirliği ile ortaya döküldü. Türkiye’nin bu fay hatlarında ince ince çalışanlar “Türkiye Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir” diyenler çalışmaya devam ediyorlar. İçerde bir toparlanma ‘Biz’ deme hali de yok. Günübirlik hatta anı birlik kararlarla gidiyoruz. An anda kaldı cancağızım, şimdi bir sonraki ana bakmak lazım diyoruz artık.

»Biraz yakın geçmişe gidelim, Gezi mizahı Türkiye’nin mizah anlayışında neyi değiştirdi?

Gezi mizahı Gezi ruhu, Gezi dili üç kategoriye ayırıyorum, Ruhu barışçıl ve sivil, angaje olmaya çalışanları da bir şekilde kendi dilinin inceliği ile refüze eden yanı bu sivilliği ile bir ilk kitlesel direniş. Gezi’de herkes kendi sesi ve sözü ile vardı. Ve müthiş bir yaratıcılık ve müthiş dayanışma. Gezi mizahı Nasrettin Hoca’nın evlatlarının mizah diliyle hoyratlığa karşı bir ağaca arka çıkması, üstüne gelen orantısız kuvvete meydan okumasıdır. Sosyal medya ile sivil olarak başsız ve kıçsız örgütlenmiş birikimdir. Acıyı bal eyleme yeteneğidir bu kültürün.

Sosyal medyada mizah talanı var

»Sosyal medyanın da okuma alışkanlığımızı sarsıcı bir şekilde değiştirdiği bir dönemden geçiyoruz. Ama diğer yandan mizahı da değiştiriyor, değil mi?

example-1918-2-85049865Sosyal medyada müthiş bir mizah talanı var. Instagram’dan, Facebook, Twitter hepsinde dergiden fotoğraflanmış bir çizim bir anda viral olarak her yerde. Bu tarafı ile üzücü bir yağma. Ama bu herkese doğal geliyor, artık kanıksanmış bir durum. Diğer yandan Google, Twitter, Facebook, Instagram’ın yurdun evladını bedava çalıştırıp Türkiye’nin reklam pastasının aslan payını hortum gibi emmesine mi yanayım. O reklam payı eskiden kılcal yerel medyalara kadar uzanır oralarda istihdam yaratırdı. Bir yandan olaylara anında karşılık veren gündemi pinpon topu hızıyla takip imkânı, dergilerin kapağı daha çıktığında iki yeni gündemle bayatlamış oluyor. Diğeri ise bu sosyal medya çukuruna düşüp kendi dışında gelişen şeylere etki tepki vererek kendi özüne, içine düşemeyen, kendi benliği ile baş başa kalamayan bir yeni insan modeli. Bu yaratıcılık ve ruh sağlığı için korkunç tehlike. İnsan kendini unutup bedeninden ruhundan uzaklaşıyor. Kendini geliştirebilmek için kendi içine düşmelisin.

Gelecekte dergiler olmayacak. Çünkü yetenekli olanlar bu mecralarda youtuber olacak, blogger olacak, Instagram fenomeni olacak. Herkes bireysel olarak var olmayı tercih ediyor. Bazı çizerlerin elektrikleri ve cereyanları arasında kalmışlığımız, onları aynı çatı altında tutmakta gayret sarf etmişliğimiz var. Ama emin olduğum bir şey, okurlar viral dolaşan tek tek çizer okumaktansa dergi ekip, takım ruhunu daha çok seviyor.

Mizahta altın çağ 12 Eylül

»Çiziyor olsaydın şu dönem hangi konuları seçerdin?

Haritada kendine ülke bakanlar. Gidenlerle bağlantı kurup bilgi almaya çalışanlar. Kanada mı, Norveç mi tartışmaları. Arjantin mi, Paraguay mı konuları. Çok acı bir şey insanın ülkesini terk edecek ruh haline gelmesi… Tragedyanın arka yüzü komedyadır. Bu konular çizilir, tarihe kayıt düşülür.

»Türkiye’de mizah dergiciliğinin altın çağı hangi dönemdir?

12 Eylül dönemidir, çünkü Gırgır diye bir dergi vardı ve 500 bine yakın satıyordu. Satış rakamları açısından dünyanın 3. büyük dergisiydi, ama etki ve toplumsal fayda açısından bence en büyük dergiydi. Rusya’nın Crocodile dergisi devletin resmi yayın organı, Amerikan Mad dergisi İngilizce olması sayesinde geniş coğrafyalara uzanmıştı. Popüler kültür, Entertainment, eğlencelik bir dergiydi. Crocodile ise Sovyet bürokrasisine tatlı muhalefet ile işlerlik kazandırmak için geniş Sovyet coğrafyasında okunan bir dergiydi. Ama ikisinin de Gırgır kadar bir fenomen etkisi yoktu. Gırgır üstelik okuryazar oranı çok düşük olan bir coğrafyada açık ara birinci sayılır.

Kapaktaki tek sayfa siyasi kapakla da sarsıcı olabiliyorduk. 12 Eylül ile kaskatı devletin yarattığı iklimde o katılığa nanik yapıp, pandik atabiliyorduk.

Gırgır, 12 Eylül’ün o katılığı ve sessizliği içinde herkese ilaç gibi geldi. Kapak hariç içerisi olduğu gibi sosyal ve kültürel konular üzereydi. Kentleşme de, gecekondu kültürü de arabesk de, bir ergenin sivilcesi de yansıyordu dergiye. Ancak Gırgır’ı asıl başarılı kılan, halkın kendisini orada görüyor olmasıydı. Halk kendisini, televizyonda ya da radyoda bulamıyordu, ama orada buluyordu. Çünkü Gırgır’da ne halk küçümsendi ne de elitler kutsandı. Ama Gırgır’da kimse tutuklanmadı. Yalnızca dergi bir sayı kapatıldı. Tartışılacak yanları yok muydu, vardı ki ayrılıp Limon Leman diye yolumuza devam ettik.

Milletçe paranoyak olmuşuz

»Neden sosyal konular bugün dergi kapaklarına daha az yansıyor?

Siyaset hiçbir zaman yakamızı bırakmıyor ki. Türkiye “güven” sıralamasında 130 küsur ülke arasında en alttan üç ya da dördüncü. Rodin’in heykeli gibi düşünmemiz lazım.

Milletçe paranoyak olmuşuz… Bu müthiş konudur, güldüre güldüre kırılıp parçalanıp bedenden ruhtan silinmesi gereken bir konudur. Yoksa nasıl işbirliği, dayanışma, ortaklık, evlilik yapabiliriz.

İşsizlik, aylaklık oranları dehşet üniversiteli işsizlik de fena… Ne eğitimi, ne bir mesleği, ne de becerisi olan korkunç bir genç nüfusumuzun sonu nereye varacak?

Bir yandan parksız, sosyal donatısız kentleşme ile tarladan bahçeden kopup apartmana tıkılan Türkiye’nin özellikle eve tıkılmış kadınları. Hastanelerin koridorları ayağı bacağı yürümemekten şişmiş, kilolu obez muhtemelen tansiyon tip 2 diyabet… Sağlık programlarının bu kadar çok olduğu ülke yoktur. Yürümeyen evlilikler, boşanmalar, patlamış kredi kartları, reklamlarla azdırılmış tüketim.

Emek vermeden para, sevgi vermeden kadın isteyen yeni Türk erkeği modeli.

Bir yandan sınır ve ötesi komşularla hallerimiz… Sıra gelmiyor siyaset karabulut gibi gündemi kapladı.

(Birgün, 04.01.2017)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN