Post image
Bir kadın, karar almanın ağırlığı ve travmalarımız

bir-kadin-karar-almanin-agirligi-ve-travmalarimiz-201973-5

Kerim AYDIN

“Dört Mevsim Yalnızlık ve Bir Kadın, İris,” Meltem Yılmaz‘ın “Soraya”dan sonraki ikinci romanı. Kitap, geçmişinde travma yaşamış büyükşehrin yuttuğu modern bir kadının yaptığı seçimlerin ağırlığıyla birlikte büyüyen hikayesini anlatıyor. Bunun yanı sıra Ankara Garı Patlaması, 90’larda Güneydoğu’da yaşananlar da romanda kendine yer buluyor. Meltem Yılmaz, İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu, yıllarca Cumhuriyet’te muhabirlik olarak görev yaptı. Şu anda BirGün için söyleşiler yapıyor. Toplumun “ötekileri” ile yaptığı röportajlarla tanınıyor. Kendisiyle ikinci romanı “İris” hakkında konuştuk.

» Yeni romanınızı konuşmadan önce ilk romanla ilgili bir şey sormak istiyorum. İlk romanınız “Soraya,” Suriye’deki iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan genç bir kadının dramını anlatan bir romandı. Türkiye’den bugüne kadar Berlin Film Festivali’ne seçilen ikinci roman olma özelliği taşıyor. Süreç nasıl işledi başka gelişme var mı?

Romanda Türkiye’deki mülteci kampları, özellikle sınır illerde mültecilerle yapılan evlilikler ve buralardaki kumalık gerçeği gibi birçok dramın fotoğrafı var. Festival de “Soraya”nın filme uyarlanabilir bir roman olduğuna karar verdi ancak henüz bu konuda bir çalışma başlatmış değiliz. Bunun dışında çeviriler beni çok mutlu ediyor. Kitap şu ana kadar Arapça, Lehçe ve Bulgarca’ya çevrildi. Ama yolculuk bitmedi, devam ediyor.

» İris küçük yaşta travmatik bir olay yaşıyor ve bu travma verdiği çoğu kararda etkili oluyor. Örneğin evlilik kararını, ailesiyle olan ilişkisini, iş hayatını… Sizce travmalar hayatımızı büyük ölçüde belirliyor mu, onların bir bakıma tutsağı mıyız?

bir-kadin-karar-almanin-agirligi-ve-travmalarimiz-201976-1Türkiye’de normal hayatlar yaşadığımızı sanıyoruz, koca bir akıl hastanesinin parmaklıkları ardında olduğumuzu unutarak. Düşünsenize, 24 saat sonrası için plan yapamıyoruz, her an altüst olacak ekonomi beklentisiyle işyerlerimizde tetikteyiz, siyasilerin katlanarak artan ucuz nefret söylemleri, küçük- büyük savaşların ağır görüntü bombardımanı derken; travmalar hayatımızın her alanını kaplıyor. Romanın ana kahramanı İris de, çocukken yaşadığı olayı ailesine anlatamayacak kadar anormal bir aile yapısı içerisinde aslında ama bunu göremiyoruz, zira bu aile yapısı Türkiye’de sıradan bir ailenin portresi. Ve İris o olayı yaşadıktan sonra hep şunu düşünüyor: Bir gün kendimi, en derindeki gerçeğimi paylaşabileceğim bir insanla karşılaşacağım. Yani İris’in idealize ettiği bir insan fikri var hep. Yalnızca bir erkeği kastetmiyor burda, iş hayatını da sosyal çevresini de bu motivasyon belirliyor. Dolayısıyla aslında İris’in hayata dair seçimlerini travması belirliyor, dediğiniz gibi bir o büyük travmanın bir bakıma tutsağı.

» İris’in evlendiği günü anlatırken cezaevi, mahkum, pranga gibi kelimeleri kullanıyorsunuz. Sizce bir evliliğin mutsuz olması, toplumumuzun tutucuğuyla mı alakalı yoksa evlilikler hakkında genel olarak bir şeyler mi söylemek istediniz?

Hikâyedeki düğüm evlilik diyemem ama evlilik zaten yeterince sorunlu bir kurumken dış faktörler bunu iyice zorlaştırıyor. İris’in düğün günü içinde bulunduğu ruh hali, bir cezaevi mahkumûndan farksız gerçekten: “Şimdi bu tabut gibi gelin odasında, sırtımı ölü sineklerin kanıyla lekeli duvara yaslamış, yaralı bir hayvan gibi zorlukla nefes alıp vererek görünmez bir noktaya dalmış düşünürken…” diye başlıyor içinde bulunduğu ruh halini anlatmaya.

İris’in babası polis, 90’larda Diyarbakır’da birçok olaya denk geliyor ama işini bırakmıyor. Gelecekte de İris işinden memnun olmamasına rağmen işe devam ediyor, mutsuz bir evliliği var fakat boşanmayı başta düşünmüyor. Ancak kitabın sonlarına doğru neden böyle olmak zorunda diyebiliyor, burası kitabın en pozitif kısmı. Kendi başına karar alabilme konusunda bir şeyler söylemek ister misiniz?

Babası mesleğini neden bırakamıyor? Çünkü mesleğinden bağımsız düşünemiyor, mesleğini bıraktığı gün kendisi olmayı da bırakmış olacak, bunu çok iyi biliyor. Ama ben İris’in durumunu ayrı tutuyorum. Zira İris’in kendisiyle ilgili keşfettiği ilk gerçek bu, savaşçı karakteri. O güne kadar yaşadığı olayların kırık döküklüğünü, eksikliğini hep üstünde taşıyan İris, evlilik gecesinde aldığı tepkiden sonra bir şekilde adını koyamasa da savaşçı bir karaktere dönüşmeye başlıyor. Tabi ki kocasını terk edebilirdi ama terk etmek kolaydı. Mücadele etmek zordu. Ve bu mücadeleyi bir başkası için değil kendisi için verdi. Zira hayatı boyuna hiçbir zaman etken olamamış, hiçbir zaman kendi seçimlerini yapamamış, kendi cümlelerini söyleyememiş bir kadından söz ediyoruz.

» Kitapta IŞİD tarafından takip edilen gazeteci bir karakter var, Onur. Onunla birlikte roman Ankara Garı Patlaması’na da değiniyor. Patlamayı kitaba dahil etme fikri hep var mıydı? Yoksa patlama sonrası bu da romanda olmalı mı dediniz?

Ankara Garı Patlaması ben kitabı yazarken gerçekleşti. Dolayısıyla kitabı yazmadan önce bu konuyu işlemeyi planlamam olanaksızdı. Ancak IŞİD meselesi en baştan beri vardı. Şöyle vardı, ben İris’i kaleme almadan önce intihar bombacısı bir kadının hayatını yazmayı planlıyordum. Ancak bu planımı çeşitli sebeplerden ertelemek zorunda kaldım. Yine de bu konuda yaptığım araştırmalar kafamda yer etmişti. Buradan yola çıkarak, IŞİD meselesini İris’te bir gerilim unsuru olarak kullanmaya karar verdim. Böylece bir evlilik dramı olarak başlayan hikayeyi ilerleyen sayfalarda gerilim ve polisiyeye dönüştürmekte zorlanmadım. IŞİD olmasaydı başka bir mesele olurdu zira kitabı güncel politik gelişmelerden ayrı tutarak yalnızca bir kadının dramı üzerinden yazmak bana çok sıkıcı gelirdi, yazamazdım zaten.

» Kitapta İris, gazete haberini vermek için gittiği iş yerinde taciz girişimiyle karşılaşıyor. Ayrıca hikayede İris’in süslendiği anları da ayrıntılarıyla betimliyorsunuz bir kaç yerde. Kadınların giyimleri üzerinden var olması konusunda günümüz Türkiye’si hakkında ne düşünüyorsunuz?

İris karakteri evliliği ile ilgili şoku yaşadığı ilk anda sıradan bir kadının tepkileriyle hareket ediyor. “Kaybettiğini” hissettiği anda hemen dış görünüşünü değiştirmeye çalışıyor. Dişiliğini ön plana çıkaracak bir giyim tarzına geçiyor. Saçlarını boyatıyor, çeşitli fiziksel bakım yöntemlerine girişiyor. Ama ne yaparsa yapsın bir türlü tatmin olamıyor. Kırılma da zaten tam da bu tatminsizliğin üzerinden yaşanıyor. Günümüz Türkiyesi’nde kadının giyimi üzerinden var olması konusundaki sorunuza gelince… Yalnızca kadın giyimi değil, bugün her alanda yaşanan müthiş bir ikiyüzlülükten ibaret. Zira dini referanslarla hareket ettiğini iddia eden bir zihniyetin iktidarında mala bunca tapınma, lüks tüketimdeki patlama, kısacası gösteri toplumu olma yolundaki istikrara bakınca, kadın giyimi bu bütünün sıradan bir parçası ve doğal bir sonucu olarak kalıyor.

(Birgün, 28.10.2016)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN