Post image
Bana Moby Dick deme

bana-moby-dick-deme-101444-5

TUĞÇE MADAYANTİ DİZİCİ

In the Heart of The Sea – Denizin Ortasında, kibirli, açgözlü insanların çıldırmaları ve büyük balinanın hikâyesini mi yoksa Herman Melville’in Moby Dick romanına esin kaynağı olan kazayı tüm gerçekliği ile anlatmak istemiş belli değil. Filmde, yönetmen Ron Howard, dev beyaz balinanın neyi temsil ettiğine karar verememiş.

Hangi hikâye

Essex gemisinin gerçek hikâyesinden esinlenerek, Herman Melville’in yazdığı Moby Dick romanında, balina, sadece bir balina değildi. Kaptan Ahab’ın intikam takıntısının ve öfkesinin bir sembolüydü. Mitoloji ve gerçekçiliğin birleştiği bu romanda insan ruhunu, doğasını izliyorduk. Filmin dayandığını, Nathaniel Philbrick’in, In the Heart of the Sea: the Tragedy of the Whaleship Essex, isimli kitabında, Moby Dick romanının esin kaynağını oluşturan gerçekçi bilgiler bulunuyor. Ron Howard işte tam da bu noktada, neyi hedeflediğini ıskalamış gözüküyor. Charles Leavitt’in senaryosunu yazdığı film, Melville’in felsefi şiirsel macera romanından ziyade, Philbrick’in akademik kalemine yakın durmuş. Ama her nedense, Philbrick’in hikâyesine de tam sadık kalınmamış.

Kaptan kaptana

Yakışıklı denizci Owen Chase (Chris Hemsworth) aylar sürecek deniz yolculuğuna çıkmadan önce hamile karısı ile vedalaşır. Bu yontulmamış klişe diyaloglarla sıkıcı bir “geri dön, mutlaka” “söz veriyorum, döneceğim” düğümü atılmış olur. Yani finali şimdiden görür gibiyizdir. Kaptan ve ikinci kaptanın çatışması ile gemi yolculuğuna başlarız. Kaptan George Pollard görevini, soyadı sayesinde almıştır ve elbette babasına kendini kanıtlaması gerekmektedir. Köylü sınıfından olan deneyimli ikinci kaptan Owen Chase ise kaptanlığı hak etmesine rağmen, deneyimsiz birisine verilmiş olmasından dolayı kızgındır. Filmin sınıf farklılıkları üzerine ilk hamlesi budur. Ve bu ikilinin arasındaki ağız dalaşı, böylesine destansı bir hikâyede çok hafif kalmış. Hatta iki farklı karakterin çatışmasından çok, kimlik bunalımı gibi durmuş. İkisi de aslında kibirli ve birbirlerine benziyorlar.

Yamyamlık

Film, günümüze göndermeler yaparak gösterdiği, 19. yüzyıl vahşi kapitalizmi, sınıf farklılıkları ve balina saldırısının ardından, hayatta kalma, bölümüne geçiyor. Batan gemiden kurtulan tayfa, kayıklarda hayat mücadelesi veriyor. Felaket sonrası ölümle yüzleşen çaresiz insanın bütün küçük aşağılık hesaplarından vazgeçtiğini ve aralarındaki sınıfsal ayrımın kalktığını görüyoruz. Ancak bu kayık içerisindekileri hiç tanımadığımız için kişisel drama dönüşen sahnelerini hiç önemseyemiyoruz. Durumları açlık ve susuzlukla iyice kötüleştiğinde, bu delirme evrelerini hiç görmüyoruz. Sonra birden devreye yamyamlık giriyor. Bu meselenin film içinde önemli bir an yaratması gerekirken garip bir şekilde üstünkörü geçiliyor. Bir filmde insan eti yeniyorsa, o etin çiğnendiğinin gösterilmesi gerekir.

Şaka gibi replik

Owen Chase rolündeki Chris Hemsworth (Thor, Rush) yakışıklı bir oyuncu ancak yeteneği konusunda henüz ikna olabilmiş değilim. Denizde geçen bir filmde denizcilikten anlar biri gibi hiç durmuyor. Üstelik bir kayıkta aylarca açlık içinde bir insan portresi için en azından birkaç kilo vermesini beklerdim. Kaburgalarını makyajla zayıf göstermesi bir oyuncu için büyük eksi puan. Ne saçından ne kilosundan ödün vermeyen oyuncuyu henüz pek ciddiye alamıyorum. Neyse Leonardo Di Caprio da böyleydi sonunda bu sene film için çiğ et bile yedi… Owen’ın balinanın peşinden neden bu kadar ısrarla gittiğini anlamıyoruz. Avlama sahnesinde balinayı kastederek söylediği, duyduğuma inanamadığım repliği çınlıyor kulağımda “Yaşadığım ve nefes aldığım sürece, o benim!”

Balinalar özgürdür

In the Heart of The Sea – Denizin Ortasında metaforlar, felsefe, karakterlere önem vermeyerek, orta ayar bir macera filmi olarak izlenebilir. İçinde büyük beyaz balina olan bir filmin Moby Dick’e sadık kalması gerekirdi. Neden bütün bu karmaşa peki? Bence sorunun cevabı “balina”. Günümüzün hassas balina sever seyircisine her ne kadar 19. yüzyıldan bir hikâye anlatıyor olsanız da, içinde balina avı geçen bir hikâye çok riskli hatta bence gereksiz. Balina avcılığına karşı çok ciddi savaşların verildiği günümüzde bu ince ayarı yakalamak pek kolay değil. Balinayı şeytanlaştıramayınca macera sekteye uğruyor, balinayı metaforlaştıramayınca bütün anlam kayboluyor…
Balinayı ne şeytanlaştırabiliyorsun ne de metaforlaştırmayı becerebiliyorsun. O zaman neyi izliyoruz biz?

(Birgün Kültür Sanat, 04.01.2016)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN