Post image
Avukatların İfade Özgürlüğü ve Savunma Dokunulmazlığı 

Fikret İLKİZ 

Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü 19/2/2019 tarihinde, Kenan Gül (B. No: 2015/17892) başvurusunda Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan avukatın ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğine karar verdi (AYM Basın Duyurusu 5.4.2019-25/19).

İlk derece mahkemesinde görülen velayet davasında davacı Avukatın Mahkemeye sunduğu dilekçede karşı tarafa hakaret edildiği iddiası üzerine açılan ceza davasında verilen Ağır Ceza Mahkemesi kararına göre Davacı başvurucu hakkında “hakaret suçundan” mahkûmiyet kararı verilmiştir.

Başvurucu, yargılandığı davada hakaret kastının olmadığını, amacının velayetin müvekkiline verilmesindeki haklılığı ispatlamak üzere etkin bir savunma yapmaktan ibaret olduğunu belirterek ifade özgürlüğünün ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

AYM Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan iddia ve savunma dokunulmazlığı uyarınca herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunmalarını sunma ve adil yargılanma hakkına sahip olduğunu ve bu nedenle verilmiş cezalandırma kararı ile Avukatın ifade özgürlüğü hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

AYM’nin ihlal kararına göre (Birinci Bölümü 19/2/2019 tarih B. No: 2015/17892) avukatların söylediği sözlerin ve yazılı beyanlarının yapıldığı bağlam içinde değerlendirilmesi gerekir. Sarf edilen sözlerin ve beyanların tamamı dikkate alınmalı ve söylendiği bağlamdan kopartılmaksızın olayın bütünselliği içinde değerlendirmelidir.

Devletin, bireylerin şeref ve itibarın korunması hakkı ile Anayasa’da güvence altına alınmış olan iddia ve savunma dokunulmazlığı ve ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir.

Velayet davasında başvurucu avukat tarafından sunulan dilekçede; karşı taraf “dürüst olmamakla, çocuklarını kandırmakla, yalancı ve dolandırıcı bir mizaçta olmakla, çalışmayı sevmemekle ve gayri meşru işlerle uğraşmakla” itham edilmiş ve “çocuklarla birlikte yaşamaya uygun biri olmadığı” hakkındaki söz konusu ifadeleri “karşı tarafın hâl ve hareketlerini anlatmak” için kullandığını ileri sürmüştür.

Anayasa Mahkemesine göre; meslek kuralları gereğince avukattan iddia ve savunma araçlarını kullanırken ölçülü olması ve mesleğe yaraşır biçimde hareket etmesinin beklendiğini ama böyle bir beklentinin; avukatı kullanacağı her sözcüğü ölçüp tartmaya, fikir beyanında bulunmaktan kaçınmaya sevk edecek boyuta ulaşmamalıdır.

AYM kararında; “Başvurucunun kullandığı ifadelerin vekilinin menfaatlerini korumak için ileri sürdüğü tezlerin bir parçası olduğu ve olayın bütünü ışığında objektif bakımdan savunulabilir bir amaca hizmet ettiği sonucuna ulaşılmıştır. Anılan ifadelerin iddia ve savunma dokunulmazlığı kapsamında değerlendirilmemesi hâlinde savunma hak ve görevinin yerine getirilmesinin engelleneceği değerlendirilmiştir.”

AYM, Ağır Ceza Mahkemesinin kararını eleştirmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi “savunma görevini yerine getiren avukat hakkında cezaya hükmetmesinin zorunlu bir sosyal ihtiyaçtan kaynaklandığını ortaya koyamamış” ve dava konusu sözlerin “hakaret olduğunu tespit etmekle yetinmiş; ne sözlerin kullanıldığı bağlamı ve amacını ne kime karşı yöneltildiğini ne de olayın bütününü dikkate almıştır.” Kısacası, Ağır Ceza Mahkemesi kararı gerekçesizdir.

Anayasa Mahkemesi, bu gerekçelerle davacı avukatın dilekçesinde yazılı olan açıklamaları üzerine verilen mahkûmiyet kararı nedeniyle avukatın Anayasa’nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ve savunma dokunulmazlığının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Kararda sadece ifade özgürlüğü değil, aynı zamanda Anayasanın 36 ıncı maddesi çerçevesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkına değinilmiştir. İddia ve savunma dokunulmazlığı aynı zamanda kişilerle ilgili olumsuz beyanların belli sınırlar içinde kalmak koşuluyla “hukuka uygunluk nedeni” olarak kabul edilmektedir.

Çünkü; iddia ve savunma hakkı her türlü etkiden uzak olarak kullanılmalıdır. Anayasa Mahkemesi bir davada tarafların yargı mercileri önünde iddia ve savunmalarını “kaygıya kapılmadan, serbestçe yapmaları gerektiğini” kabul etmiştir. “İddia ve savunma sınırı içinde kalan hakaretin suç teşkil etmemesinin olayda hakaret kastının bulunmamasına değil adaletin tam olarak yerine getirilmesi sebebine dayandığını” belirtmiştir. Anayasa Mahkemesine göre bu serbestlik davanın aydınlığa kavuşmasına, bir diğer deyişle hakkın meydana çıkmasına yol açma amacına hizmet etmelidir (AYM, E. 1963/163, K. 1965/36, 8.6.1965; E.1979/38, 1980/11, 29.01.1980).

AYM bir başka kararına ( E.2007/16, K.2009/147 15.10.2009) atıf yaparak Avukatlık mesleğinin kamu hizmeti olduğu, avukatlığın kamusal yönünün ağır bastığı, avukatın yargılama süreci içinde adaletin bulunup ortaya çıkarılmasında görev aldığı, kamu yararını koruduğu ve “hukuk devletinin yargı düzeni içindeki” yerinin önemli olduğuna değinilmiştir.

Karara göre; “Avukatlık mesleğini seçenlerin avukatlık adına uygun biçimde görevlerinin gereklerini özenle yerine getirmeleri, avukatlık unvanından ayrı düşünülemeyecek saygı ve güveni koruyup güçlendirmelerinin başta gelen koşullarından biridir.”

“Bu nedenlerle avukatların ifade özgürlüğü söz konusu olduğunda; dilekçelerine ve sözlerine müdahalenin çok istisnai durumlarda gerekli olduğu kabul edilebilir” aksine davranış ve sınırlandırmalar hak ihlalidir (Bakınız AYM İkinci Bölüm. Keleş Öztürk. BB. No: 2014/15001. Tarih 27.12.2017. R.G. Tarih ve Sayı: 9/2/2018-30327).

Başka bir örnek ise AİHM’sinin Sialkowska v. Poland, Nikula v. Fillandiya, Kyprianou v. Kıbrıs, Mor v. Fransa kararlarında yer alan aşağıdaki gerekçesidir (Bakınız. Sever, Dilşad. AİHM Kararlarında Hak Öznesi olarak Avukatlar. Ankara Barosu Dergisi Yıl 76. Sayı 2018/4. Sayfa 248 ve Dipnot 13).

“Avukatların ifade özgürlüğü meselesi, adil bir yargısal düzenin etkili biçimde yürütülmesi için çok animle olan avukatların bağımsızlığıyla da ilgilidir. Demokratik bir toplumda savunma avukatının ifade özgürlüğünün -çok hafif bir ceza ile bile olsa- sınırlandırılması sadece istisnai durumlarda gerekli olabilir”.   

27 Ağustos-7 Eylül 1990 tarihleri arasında Havana’da toplanan Suçların Önlenmesine ve Suçların Islahı Üzerine Birleşmiş Milletler Konferansı tarafından kabul edilmiş olan (Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler) Havana Kuralları 23. Madde ile bitirelim:

“İfade ve Örgütlenme Özgürlüğü

23. Avukatlar, diğer vatandaşlar gibi ifade, inanç, örgütlenme ve toplanma özgürlüğüne sahiptir. Avukatlar özellikle, hukukla, adalet sistemiyle ve insan haklarının geliştirilmesi ve korunması ile ilgili konularda kamusal tartışmalara katılma ve yasal faaliyetleri veya yasal bir örgüte mensup olmaları nedeniyle mesleki kısıtlamalara maruz kalmaksızın, yerel, ulusal veya uluslararası örgütler kurma veya bunlara mensup olma ve bunların toplantılarına katılma hakkına sahiptir. Avukatlar bu hakları kullanırken, her zaman hukuka ve hukuk mesleğinin kabul görmüş standartlarına ve meslek ahlak kurallarına uygun davranırlar.”

Avukatların ifade özgürlüğü, örgütlenme hakkı ve savunmanın dokunulmazlığı; temel insan haklarının koruması altındadır.

8 Nisan 2019

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN