Post image
Antidepresan kullanımı beş kat arttı


Seda AKYÜZ

ANKARA – Ekonomik kriz ruh sağlığını da etkiledi. Geleceğe dair kaygı arttı. Psikiyatr-Psikanalist Mutluhan İzmir, depresyon tanılarının büyük çoğunluğunun gerçekte anksiyete bozukluğu olduğunu söyledi. Tanıdaki hataya bağlı antidepresan kullanımı da arttı. Devlet hastanelerinin psikiyatri kliniklerinde hastalara yeterince zaman ayrılamaması, yanlış tanı ve tedaviye neden oluyor. Psikiyatr-Psikanalist Mutluhan İzmir ile ekonomik krizden depresyona ve tedavisine toplumun ruh sağlığına mercek tuttuk.

Öncelikle depresyon nedir?

Depresyon bir beyin hastalığı olmaktan ziyade olumsuz etkenler karşısında insanın hissettiği duygudur. Mutsuzluk, çaresizlik duygusu… Bir de organik depresyon (beyin hastalığı) var. İnsan soyut bir ruh yapısı olan varlıktır. İnsanın geleceğe yönelik bir projeksiyonu var. Ekonomi, bu projeksiyonda önemli bir etken. Kriz dönemlerinde insanlar geleceğe daha karamsar bakıyor. Plan yapmıyorlar. Umutlu olmak insan sağlığı açısından en önemli faktörlerden biri. Ekonomik krizde bu umut azalması çok belirgin olarak görülüyor. İster istemez ekonomik kriz içinde insanlar bir depresif hal içinde oluyor. Kendilerini köşeye sıkışmış, çıkış yok gibi hissediyor. Bu da uykusuzluk, aşırı kaygı gibi duyguların artmasına neden oluyor. Bu tablo ile karşınıza gelen bir insana hemen depresyon tanısı koyabilirsiniz. Ancak bu organik bir depresyon değil, psikolojik bir depresyondur.

‘ÇOĞU DEPRESYON DEĞİL KAYGI’

Depresyonun bir beyin hastalığından ziyade duygu durumu olduğunu söylediniz… Bunu açıklar mısınız?

Sorunların çoğunun kaynağı depresyon değil kaygı. Ancak depresyon yönünde teşhiste bir artış söz konusu. Yani anksiyete bozuklukları depresyon diye teşhis ediliyor. Depresyon tanısı koyduğunuzda, tam doz antidepresan vermek gerekiyor. Tanı kaygı olunca çok daha hafif ilaçlarla onu giderebiliyorsunuz. Bir insanı alın ‘en sevdiğiniz insan öldü’ deyin birden bire dünyası kararır. Daha sonra ‘hayır yalan söyledim aslında ölmedi’ deyin birden bire kendine gelir. Şimdi burada birden bire serotonin mi düşüyor? Değil. Soyut bir algı zemininde bir karamsarlık ve daha sonra rahatlama ortaya çıkıyor. İnsan, en karanlık kuyularda olduğunu düşündüğünde bile bir iki hafta içinde düzelebilen varlık. Her şeyi hastalık gözü ile görmek doğru değil. O karanlık kuyularda kalmaya da izin vermek lazım.

Siz hastalarınızda nasıl bir metot uyguluyorsunuz?

Yeni nesil antidepresanları çok ender yazıyorum. Gerçekten gerekli olduğuna inandığımda yazdığım oluyor, ancak onu da düşük dozda vermeye çalışıyorum. Çünkü konuştuğunuzda çoğunlukta depresyon değil kaygı görüyorsunuz. Böyle olunca da önce sorunları konuşuyoruz, gerek varsa eski nesil ilaçlarla tedaviye başlıyorum.

‘PSİKİYATRİSTİN VAKTE İHTİYACI VAR’

Bir panik havası yaratıldı. Aman ağlıyorsanız, karamsarsanız intihar edersiniz. Aman antidepresan içilmezse bu belirtileri yaşayan kişi intihar eder. Bu panik havasını bir kere ortadan kaldırılması gerek, bunun için insanlar eğitilmeli. İlaç her zaman tek çözüm değil. Psikiyatristler sadece ilaç yazan makineler değil. Biz hastanede insanlarla nasıl görüşülür, sorunlar nasıl anlatılır bunu da öğreniyoruz. Eğitim gördüğümüz kurumlardan birer psikoterapist olarak da çıkıyoruz. Ancak psikoterapist olma yetimizi devlet hastanelerinde kullanmak mümkün değil. Toplumda böyle algı olunca insanlara tersi olabileceğini anlatamıyorsunuz. Anlatabilmek için psikiyatrisin zamana ve konuşmaya ihtiyacı var. Bir psikiyatrisin bir günde 20’nin üzerinde hasta muayene etmesi çok sakıncalı. Bu şekilde, hastaya yeterli yaklaşımda bulunamaz. Bu, doktorun yanlış yönlendirmesine neden olabilir. Psikiyatrist, hastasına 30 dakika ayırabilmeli. Özellikle yeni değerlendirilecek hastaların çoğu için bu süre gerekli. Görüşmeler arasında beş dakika hekimin de kafasını toplamaya gereksinimi var.

‘SAĞLIKLI İNCELEME YAPMADAN İLAÇ YAZILIYOR’

Sağlık Bakanlığı bu konuda ne yapabilir?

Sağlık Bakanlığımız halka hekimlere karşı biraz kışkırtıcı bir tavrı destekler oldu. Hastalar, kendilerine ilaç yerine sözle bir şey anlatmak isteyen hekimi pek fazla sevmiyorlar. ‘Mutlaka hastalığım var ona göre ilacım yazılsın’ diyorlar. Sürekli soruşturmalar açılıyor. Eee hekim ne yapacak? İki üç dakikada bir hasta alıyor. Onun yapabileceği bir şey yok. Bu kadar hasta ile baş edemem de diyemiyor. Sistemi böyle kurmuşlar. 60 psikiyatri hastası baktığınızı düşünün. Onların isimlerini, nereli olduğunu bile anlama fırsatı olmadan çalışmak zorunda kalıyor. İlacını yazıyor. Sağlıklı bir inceleme olmuyor. Sağlık Bakanlığının bu yükü azaltarak, psikoterapi yetimizi kullanmamızı sağlaması gerekiyor. Bakanlık, halkı bilinçlendirmeli. Bazen insanların, bir dönem böyle yaşamaları da çok doğal. Hepsine hastalık gözüyle bakmak gereksiz tedaviye maruz kalmaya neden oluyor. Bakanlık yığılmayı önlemek yerine, poliklinik sayısı beşten sekize çıktı diye övünüyor.

Vakti olan psikiyatristler, ilaç yazmadan konuşarak çok sayıda hastayı yatıştırabildiklerini bilirler. Hatta hafif dozda eski nesil ilaçları kullanarak da sonuç alabilirsiniz. Ama eski ilaçlar tukaka oldu. Güçlü yeni ilaçlar yerine eski hafif ilaçların kullanılmasının daha doğru olduğunu hastaya anlatabilmeniz gerek. Üç beş dakika içinde ikna etmeniz pek mümkün olmuyor. Bu durumda, gereksiz ilaç kullanımı artıyor.

Antidepresan kullanımı yıllık 12 milyon kutudan 60-70 milyon kutuya dayandı. Korkunç bir artış var. 10 yıl içinde kutu bazında beş kat arttı.

‘İLAÇLARIN ÇÖZÜM OLMADIĞI ORTADA’

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de intihar oranları yoğun antidepresan ilaç kullanımına karşın azalmıyor artıyor. 70 milyon yeni nesil antidepresan kullanan bu toplumda intihar oranları 30 yıl öncesinden daha fazla. Profesörler, doçentler televizyonlara çıkıp ‘Aman antidepresan içilmezse bu belirtileri yaşayan kişi intihar eder’ gibi açıklamalar yapıyor. Resmen ilaç reklamı yapılıyor. 30 yıl önce sanki herkes şakır şakır intihar ediyordu bu ilaçlar çıktı şimdi her şey bitti. Öyle bir şey yok.

(Aydınlık, 28.02.2019)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN