Post image
Ane Hatun’un hikâyesini okumak cesaret işi

Esra AÇIKGÖZ

Bir ülkenin kuruluşundan başlayıp, 1915 Ermeni tehcirinde yaşanan acılara, Seyit Rıza isyanına, Dersim 1938’de akıtılan kana, çocuk yaşta yapılan evliliklere, 1990’ların hayatta kalma mücadelesine; her şey var bu kitabın içinde. 1929’da doğmuş, 2014’te gözlerini dünyaya kapayana kadar da onu ailesiz bırakan 1938’in hesabını sormak için uğraşmış, Ferhatuşağı aşiretinin reisi Ane ya da katliam sonrası adıyla Perihan Hatun’un hikayesi aslında bir Türkiye anlatısı. İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Adın Perihan Olsun’ kitabı Betül Fatime Günday’ın annesi Ane ile yaptığı uzun söyleşiler sonucu ortaya çıkmış. Okuyana, giderek alışmaya başladığımız ölümlerin, katledilenlerin birer sayı olmadığını göstermesi açısından esaslı bir örnek. Ancak okumak için cesaret istediği de kesin. Neden mi? Ane ile tanışınca anlayacaksınız:

fft1_mf28336

2013’te Kemal Kılıçdaroğlu Ane Hatun’u ziyaret etmişti.

Dedesi Diyap Ağa, Atatürk Sivas Kongresi’ne gideceği zaman Şeyh Sait yanlısı Elazığ valisi Ali Galip’in suikast hazırlığında olduğu laflarını duyunca valiyi makamında bastonuyla dövecek kadar gözü kara biri. Dersim mebusu olarak mecliste yaptığı konuşmalarını İsmet İnönü bile ayakta alkışlıyor. Diyap Ağa’dan aşiret yönetimini devralan babası Cemşi Ağa, sevilen, takdir edilen biri. Annesi Nare Hatun özel hocalardan okuma-yazma öğrenmiş, sözü geçen bir kadın. İşte böyle bir ailede dünyaya geliyor Ane. Çocukluğunun ilk yılları mutlu anılarla dolu. Ta kii aylardan Temmuz, yıllardan 1938 gelene kadar. Sonra mı?

“Pazar sabaha karşı süvari atlarının nal sesleriyle uyandık. Babam karşıladı süvarileri, ‘Hoş geldiniz, hayırdır sabah sabah?’ diye sordu. Askerlerden biri, ‘Paşa seni çağırıyor Cemşi Ağa, Hozat’a gideceğiz birlikte’ dedi. (…) Babam, süvarilerin eşliğinde çadırdan çıkarken annem endişeliydi. Bense bunun, babamı son görüşüm olduğunu bilmeden öylece bakıyordum…”

Annesi de, babasını sormak için düşüyor yola, ortaokul öğrencisi olan abisiyle. Gidenlerin bir daha dönmediği o yılların acısını daha derinden hissediyor Ane bu kayıpla. Mezarsız yasların ne kadar ağır olduğunu da daha o yaşında öğreniyor.

BİR GENERALİN VERDİĞİ İSİMLE ‘BİZİM’ OLMAK…

Günler sonra, bir tanıdıkları onu Hozat’a, askeriyeye teslim ediyor. Saatlerce sorgulanıyor. Yüzbaşı onu, paşanın yaveri olduğunu daha sonradan öğreneceği bir adama teslim ediyor. Yaver eğilip “Kızım sakın korkma. General seni şimdi ifadeye çağıracak. Annenin, babanın yanına gitmek istiyor musun diye sorarsa, hayır gitmek istemiyorum de” diye tembihlediğinde, bunun hayatını kurtaracak kelimeler olduğunu bilmiyor henüz. General adını sorup da yanıtın “Ane” olduğunu öğrendiğinde, “Bu gaddar kadının adı da buralarda sembol olmuş” diyor. Gaddar kadın kim mi? Diyap Ağa’nın, uzun palto ve çifte silahla dolanan kız kardeşi. İşte böylece Ane’nin adı generalin tek bir cümlesiyle değişiyor: “Bundan sonra senin adın Perihan olacak.”

9 yaşında bir kız çocuğu, her gün yüzlerce insanın ‘ölüm deresine’ götürülüşüne tanıklık ederken, geceleri kadınların çığlığını dinlediğinde dünyada ölümden daha kötü şeyler olabileceğini öğreniyor. Yeni adına alışmak da kolay olmuyor, “Ana-babamın değil, bir generalin verdiği isimle ‘bizim’ olmuştum bir günde” demesi bundan. Yol onu önce toplama kampına, sonra da Hüseyin dayısı ve teyzesinin oğlu Muhsin Dede ile Bursa Karacabey’e götürüyor. Okumak istese de “Babam Atatürk’le mücadele etti ama ben buralarda sürünüyorum. Bu devletin ekmeğinin bize lüzumu yok” diyen dayısı izin vermiyor buna. İntihar girişiminde bulunduğu halde babası yaşındaki teyzesinin oğluyla evlenmekten de kaçamıyor. Bir kanunla iskan zorunlulukları kaldırılarak, af ilan ediliyor. Dönüş hazırlığı yaparken arazilerinin, mallarının çoktan satıldığını anlatan resmi bir mektup alıyor. Memleketine vardığında kalacak yeri olmadığını görünce daha çok yanıyor canı. Bu süreci şöyle anlatıyor Ane:

“Dokuz yaşında, zorla koparıldığım topraklara 18 yaşında, kucağımda bir çocukla ve tuhaftır, yine resmi bir emirle dönüyordum… Evlerimiz ya satılmış ya da askerler tarafından yakılmıştı. Kendi memleketimizde barınacak yer arıyorduk.”

Sonunda dayanamayıp kaymakamdan, iskanına dönmek için bir kağıt istiyor. Kaymakam ona ev buluyor, ekinlerin de eskisi gibi ağa-maraba usulüyle bölüştürülmesi için emir veriyor. Yavaş yavaş ailenin arazilerini geri almaya başlayınca zorla evlendirildiği Eyüp’ü köyüne yolluyor. İkinci evliliğini kaymakamın tavsiyesiyle, 1938’de yakılarak öldürülen ablası Şirin’in kocası Hüseyin Ağa ile yapıyor. Bu evlilikten üç çocuğu oluyor, ancak birini yedi aylıkken kaybediyor. 1954’te ise kızı Leyla dört, oğlu Hayri 1.5 yaşındayken eşi vefat ediyor. Kayıpları bununla bitmiyor; 1982’de oğlu Hayri’yi de kaybettiğinde kederlerin en büyüğünü yaşıyor.

Yıllar sonra Cumhuriyet’in 75. yıl kutlamaları kapsamında İstanbul Esnaf ve Sanatkarlar Birliği’nin Cumhuriyet’i kuranlara teşekkürlerini sunmak amacıyla düzenlediği bir törende dedesi Diyap Ağa adına plaket almaya gittiğinde, ödül alacaklardan birinin Sabiha Gökçen, birinin de Celal Bayar adına, kızı olduğunu öğrenince bir kez daha burkuluyor yüreği.

1938’le ilgili görüşmek isteyen herkese bilgilerini aktarıyor. Annesi, babası, bebekler süngülenirken ne halde olduklarını, çığlıklarını, yakılmalarını, ölülerin günlerce yerde kaldığını, kurda kuşa yem olduklarını… 2009’da Dersim için kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’na başvuruyor. Komisyon üyesi CHP milletvekili Erdal Aksünger, ayrıntılı bilgi alabilmek için kendisini ziyaret ediyor. Ayrıca 2 Mart 2013’te bir başka konuğu da CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu oluyor. AİHM’e başvurmak istiyor ancak hastalıkları ona müsade etmiyor. Çünkü 7 Ocak 2014’te Perihan için parantez kapanıyor…

‘SİZİ İRAN ŞAHI KURTARDI’

Kenan Aral’la tanıştığında katılmaya başladığı, bakanların eşlik ettiği bir akşam yemeğinde duydukları onu şaşkına çeviriyor. “38’den biz kaç kişi sağ kalmışsak o da Fevzi Çakmak sayesindedir” deyince bir bakan, “Ben şimdi bakanım ama 38’de genç bir teğmendim, gelen notaların telekslerin başındaydım, görevim buydu” diyerek başlıyor anlatmaya:

“Sizi Fevzi Çakmak değil, İran Şahı kurtardı… Askerlerin Dersim’e sevkıyatıyla birlikte gazetecilerin Dersim’e girmesi yasaklandı. Yalnız İranlı bir gazeteci durumu öğrenip İran’a, Dersim’de Aleviler katlediliyor’ diye bildirmiş. Akşam saat 6 civarında, İran’dan bir nota geldi. Notada, ‘Dersim’deki Alevilerin katlinin durdurulması’ yazıyordu yalnızca. Genelkurmay içinde bu nota biraz konuşuldu, ama kimse aldırış etmedi. İkinci nota sabaha karşı 4 civarında geldi. ‘Bütün konsoloslarımızı çekiyoruz, Türkiye’yle bütün irtibatımızı kesiyoruz çünkü siz Dersim’de Alevi soykırımı yapıyorsunuz’ yazıyordu. Biz o dönem İran’a öyle muhtaçtık ki. Petrolümüz, çayımız, şekerimiz hep İran’dan geliyordu…”

torun(1)ADIN PERİHAN OLSUN
Diyap Ağa’nın Torunu Ane Hatun’un Hikâyesi
Betül Fatime Günday
İletişim Yayınları, 2016
168 sayfa, 15.50 TL.

(Radikal Kitap, 18.11.2016)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN