Post image
Anadolu mistisizmi: Atiye

Burak ABATAY

Eski Yunan’da Eleusis Gizemleri en kutsal törenlerden bir tanesidir. Tahıl tanrıçası Demeter ve kızı Persephone onuruna her yıl düzenlenir. Eleusis kentinde toplanan insanlar Atina ve Eleusis arasını kutsal yürüyüş addettikleri yürüyüşünü gerçekleştirir ve ardından Eleusis gizli törenlerine katılırlar.

Bu törenlerin doğuşu ise bir hikâyeye sahiptir. Bir ölümlü olan Lasion, tahıl tanrıçası Demeter’i kendisine âşık eder. Yunan mitolojisi hiyerarşisinin en tepesindeki tanrıların kralı Zeus ise bu meseleye son derece sinirlenir ve Laison’u öldürür. Ardından ise Demeter ile sevişir. Demeter’den Persephone adında da bir kız çocuğuna sahip olur. Olay ise burada başlar. Yeraltı tanrısı Hades, Persephone’u Zeus’tan ister. Zeus bunu onaylar onaylamasına, ama anne Demeter’in, kızının hayatının geri kalanını yeraltında geçirmesini istemeyeceğinden endişe eder. Bu sebeple de Hades’e Persephone’u kaçırması için yardım eder. Toprak ana Gaia’ya haber verir ve Persephone’un önüne çıkacak her toprak parçasını rengârenk çiçeklerle donatmasını ister. Persephone bu güzel çiçeklerin büyüsüne kapılmışken birden Hades çıkar yerin derinliklerinden. Kızı kucaklar ve yerin altına kaçırır. Ancak bu mesele Demeter’i çok sinirlendirir. Yeryüzüne, bir daha hiçbir ekini canlandırmayacağını söyler. Dünyayı kıtlıkla tehdit eder. Zeus da bunu göze alamaz ve Persephone’un geri dönmesini emreder. Gelgelelim Demeter ve Zeus’un kızları Hades’in elinden birkaç nar tohumu yemiştir. Bu sebeple de yılın en az üçte birlik bölümünü Hades ile toprağın altında geçirmek zorunda kalır. Bu zaman zarfı içerisinde Demeter üzüntüsünü öfke ile buluşturmaktan kendisini durdurmaz. Bu süre içerisinde ekinleri büyümesini durdurur. Eleusis Şenlikleri de, Persephone’un yeryüzüne dönüşünü kutlamak için düzenlenmektedir. Bu törenler bereketin, tarımda anaerkilliğin ve Demeter-Persephone gizemleri Eleusis’te yüz yıllar boyunca kutlanmasıdır. Kaldı ki bu gizli törenler de Grek dininin en yüce mertebesi olarak kabul görür.

MİSTİK OLAN KARANLIKTIR

 

Eleusis’te, seçilenler kendi yaşamsal koşullarını aşarak daha yüce, neredeyse insanüstü bir varlık durumuna ulaşmak amacıyla inisyasyona katılırlardı. İnisiyasyon törenleri, bir köken mitosunu, yaratıcı tanrının serüvenlerini, ölümünü ve yeniden canlanmasını yinelemek amacıyla uygulanırlardı. Bu kültlerin köken tarihinin derinliklerine dayanmaktadır. İ.Ö. 600 yıllarında Pisistratus zamanında, Eleusis Gizemleri Pan-Helenik bir kült durumuna yükselmiştir. Eleusis törenleri, tüm diğer dinsel inançları içinde eriterek ve aynı zamanda kültür, sanat ve demokrasi kavramlarını da etkileyerek, döneminin uygarlığına damgasını vurmuştur.*

Mistisizmin kökenlerinin atıldığı inisiyate (initiate) kavramı da yaşadığımız coğrafyanın en merak edilen kavramlarından birisidir. Mistik olan, içinde sır barındıran, heyecan uyandırır. Eski Yunan’dan beridir, Roma’da da, Perslerde de, doğunun mistisizmi Batılılara hep ilgi çekici gelmiştir. Karanlıktır, karanlığın içinde ufak sarı bir ışık vardır. Aydınlanmaz, aydınlatmaz ama merakla yaşatır.

NETFLİX’İN İKİNCİ TÜRK DİZİSİ

Dün akşam (18 Aralık) Netflix’in ikinci Türk dizisi Atiye’nin galası gerçekleşti. Galada geniş bir katılımla dizinin ilk bölümünü izledik. Şengül Boybaş‘ın “Dünyanın Uyanışı” adlı kitaptan esinlenerek hazırlanan dizi, genç ve güzel bir ressam olan Atiye adındaki bir kadının ‘mistik’ hikâyesini konu ediyor. Başrollerinde ise Mehmet Günsur ile Beren Saat oynuyor. Ailesi ve sevgilisi Ozan ile mutlu bir yaşamı olan Atiye’nin hayatı, bir gün dünyanın en eski tapınağı olan Göbeklitepe’ye gerçekleştirdiği ziyaretle bambaşka bir hal alır. Atiye’nin bölgede yaptığı gezi sırasında, Erhan adındaki bir arkeolog, Atiye ile Göbeklitepe arasında mistik bir bağlantı olduğuna dair bir sembol keşfeder. Bu gizemli olayın peşine düşmeye karar veren Atiye, kendisine bambaşka bir kapı açan bu antik tapınakta geçmişini aramaya başlar. Atiye, geçmişin kapılarını araladıkça, geçmişle geleceği, gerçek ile ruhani arasındaki her şeyi sorgulamaya başlar.

AMA TESADÜF O YA

 

İlk bölümde karşısına çıkan iki karakter heyecanı az da olsa üzerinde taşır. İstanbul’da karşısına çıkan orta yaş üzerinde yerel giyimli bir kadın bu iki karakterden ilki. Esrarengiz bir şekilde Atiye’yi izler. Atiye bunu fark eder, ama bir türlü ona ulaşamaz. Derken ressam Atiye, bir haberde Göbeklitepe’de kendisinin bir gece önce açtığı ve tüm sergiyi üzerine kurduğu sembolün bulunduğunu okur. Bunun üzerine bir arabaya atlar ve Göbeklitepe’ye doğru yol alır. Göbeklitepe yolunu bulmaya çalışırken karşısına çobanlık yapan bir kız çocuğu çıkar. Türkçe konuşmayan bu kız çocuğu diğer gizemli karakterdir. Konuştuğu dilin bir karşılığı yoktur. En azından varsa da ben bilmiyorum. Ve onu Göbeklitepe’ye ulaştırır. Erhan ise Atiye’ye sembolü göstermez. Kız çocuğu gece ortaya çıkar ve Atiye’yi doğruca sembole götürmeye çalışır. Erhan ve ekibi çiğ köfte yiyip eğlenirken Atiye’yi yakalarlar. Ve olaylar gelişir. Metin Akdülger’in canlandırdığı, İstanbul’da Atiye’ye ulaşamayan sevgilisi, Atiye’nin dönüşü için sabırsızdır. Atiye ise döndüğünde huzursuz. Çünkü kız çocuğu sembolün olduğu mağarada kalmıştır. Atiye’nin kartı Erhan’dadır. Erhan da Atiye’nin adresine gider ve ona sürprizi açıklar. O esnada da Atiye’nin sevgilisi Atiye’ye evlenme teklifi etmiş ve Atiye de bunu kabul etmiştir. Atiye sürpriz sonun verdiği şaşkınlıkla evlenmeyi dahi unutacak bir hale gelmiştir. İlk bölümün akışı için işin kötü yanı doğallıktan biraz fazla uzak. Yukarıda olayları anlatmak için kurduğum her cümlenin başına “Ama tesadüf o ya” ibaresi getirebiliriz. Her şey pek tesadüf. Ama mistisizm de tesadüfi bir şey değil midir? Bilmiyorum.

BURALAR HEP BİZİM KÜLTÜR

Bu sorgulamalar, eminim yabancı (daha da çok Batılı) izleyici için ilgi odağı olacaktır. Dizinin ilk bölümünden bir şey söylemek zor, ama Hakan Muhâfız dizisinde bütün dünyaya tanıtımı yapılan İstanbul’dan sonra bu kez de bir başka Türkiye güzellemesiyle karşı karşıyayız. Amerikan olmayan Netflix yapımlarında çok az şahit olduğumuz ülke/şehir/kültür güzellemeleri Atiye’de bu kez Anadolu coğrafyası üzerinden ‘mistik’ bir havayla aktarılıyor. Ama yetmez mi be? Beklentimiz neden bir Dogs of Berlin ya da Dark gibi olmasın? Ya da öyleyken hevesimiz neden baltalansın?

Orta yaşlı kadın ve kız çocuğu arasında Demeter ile Persephone gibi bir bağ kurmak ne kadar mümkün bilmiyorum. En azından izleyince akla getirdi. Ancak yaratılan mistisizm; bizim buralar hep tarih, bizim buralar hep kültür teması biraz fazla boğucu. Bu durum Mehmet Günsur ve Beren Saat’in üzerine daha ağır yükler yüklerken, seyir zevkini de aynı oranda riske atıyor. En azından bu ilk bölüm için öyleydi. Gelecek bölümler için umutları yerle yeksan etse de, ilk bölüm için tutunulan tek dal, “Hakan Muhafız’dan katbekat daha iyi” oldu. Twitter’da gördüğüm, “Gelecek bölümler daha güzel olacaktır, çünkü ilk bölümden daha kötü olamaz” şeklinde bir yorum çok iyiydi. Bekleyip göreceğiz.

(Birgün, 19.12.2019)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN