Post image
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı raporunun söyledikleri ve söylemedikleri

aile-ve-sosyal-politikalar-bakanligi-raporunun-soyledikleri-ve-soylemedikleri-344574-5
Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu
sengul@hablemitoglu.net

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 2016 Faaliyet Raporu geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Raporda, Türkiye’de belirlenen birçok hedefin gerçekleştirilme oranı “sıfır” olarak açıklandı. Rapordan anlaşıldığına göre; kadın, çocuk, engelli, yaşlı, şehit yakını ve gazilerin haklarının korunması ile ilgili konularda bakanlık hedeflerinden sadece 1’ine ulaşılmış. Bakanlık, “Çanakkale Zaferi için 81 ilde mevlit okutma” planı yapmış ve 2016 yılında hedeflenenerek ulaşılan tek faaliyeti de bu olmuş . “Sıfır” çekmenin gerekçesi, bakanlığın 15 Temmuz şehitleri ve gazilerine yönelmesi, ülke genelinde yasın uzun sürmesi ve genel olarak bakanlık çalışanlarının motivasyonlarının düşük olması ile açıklandı.

Cemil Çiçek bile yaptı

Çok değil, bundan 3 bakan önce idi belki, alanım gereği çok kadın ve aile bakanı görmüştür bu gözler Cemil Çiçek bile yaptı bu bakanlığı, artık varın siz düşünün nasıl bir dolgu yeri olarak görülüyor, Fatma Şahin’in bakanlık dönemi idi, inanın en iyi aile bakanlarındandı. Buna ekibi de dahil, bunu söylemezsem haksızlık etmiş olurum, Otizm Eylem Planının açıklandığı bir toplantıdaydık. Her şeye rağmen o gün ve izlediğim diğer pek çok çalışmada umutlanmıştım. Bugün altına imza attığımız ve devlet olarak bize anayasal sorumluluk yükleyen hiçbir uluslararası sözleşmeye uymadığımız ve eylem planlarının ya eyleme konulmadığı ya da hasır altı edildiği günlerden geçiyoruz. Kadına yönelik şiddet, çocukların istismarı ve daha pek çok olumsuzluk için çözüme ulaşamıyoruz. Bireysel çabaların, sesi iyice kısılmış STK’lerin güçlü bir devlet iradesi ile hem fikir olmadan başarı göstermesini beklemek saflık olur. Mezunlarının tamamını bu bakanlığa bağlı ve benzeri kurumlarda çalışmaları için yetiştiren ve atama beklerken yaşlanan gençlerin olduğu Sosyal Hizmet alanında çalışan bir yönetici ve akademisyen olarak bunları söylemekten acı duyuyorum.

Şiddetin önlenmesi

engül-Hablemitoğlu-e1435242415999

Çocuğa yönelik şiddetin önlenmesi için ulusal eylem planı, ücretsiz özel kreş ve gündüz bakımevi hizmetinden yararlanan çocuk oranı, hizmetlerden memnuniyet oranı, bakım, koruma ve rehabilitasyon kuruluşlarındaki hizmetlerin standartlara uygunluk oranı, çocuk destek ve gelişim programının uygulama oranı, Aile Sosyal Destek Programı danışmanı ile ilişkilendirilen aile oranı, boşanma danışmanlığı alabilenlerin sayısı gibi konularda beklentiler gerçekleşmediği gibi uygulama oranı yüzde sıfır. Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Aile Sosyal Destek Programı danışmanı ile ilişkilendirilen aile oranı da yüzde sıfırda kaldı. Hedeflere ulaşılaamamasının gerekçesi olarak, “hane ziyaretlerine 2017’de başlanacak” olması gösterildi. Rapora dayanarak üzülerek söylüyorum ki; çocuklar, engelliler, kadınlar ve yaşlılar Türkiye’de güvende değil…

Kurumlar sıralaması

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, kamu kurum ve kuruluşları, gönüllü kuruluşlar ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yürütülen sosyal hizmet ve yardım faaliyetlerini, belirlenen ilke, usul ve standartlar çerçevesinde denetliyor. Ancak yine görüyoruz ki, bu denetlemeler yetersiz, denetlemelerin standardı da yetersiz. Alperen’i, gittiği yuvanın servis aracında unutan bir sistemin denetlemesini de bu bakanlık yaparken, bu görevinde de başarılı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bir başka dikkati çeken nokta ise, denetim, araştırma, inceleme ve soruşturma açılan 271 kurum arasında kamuya ait kurumlar ilk sırada. Oysa devlet kurumlarının en güvenilir kurumlar olması gerekiyor.

Yine rapordan çıkan çarpıcı verilerden bazıları da şöyle; en az 476 kız çocuğu cinsel istismara uğradı, çocuk istismarı ile erken yaşta evlilikler nedeni ile çocuk intiharları arttı. Bakanlık hedeflere ulaşamadıkça tablo giderek bozuldu. Eğitim Sen’in Eğitimde Cinsiyetçilik Raporu’na göre; 2016 yılında 600 bin kız çocuğu okula gidemedi. Ayrıca, Türkonfed tarafından İş Dünyasında Kadın 2017 ikinci faz raporuna göre, Türkiye’de 1 milyon 200 bin kadın çalışma yaşamından çocuk ya da yaşlı bakımı için çekildi. Mevcut bakanın göreve başladığı tarihten itibaren, en az 455 kadın öldürüldü. Geçen yıl işlenen cinayetlerin yarısı OHAL döneminde gerçekleşirken; Türkiye, ülkelerin cinsiyet eşitliği sıralamasında 144 ülke arasında 125’inci sıradan 130’uncu sıraya geriledi.

Rakamlar ne diyor?

Rakamlara bakmaya devam edelim; 2016 yılında her gün ortalama 358 kadın, şiddet gördüğü gerekçesiyle kolluk kuvvetlerine başvurdu. Şiddet gören, ciddi ve yakın tehdit altındaki 41 bin 955 kadın hakkında “Geçici Koruma Altına Alma” kararı verildi. 2015-2017 yılları arasında, şiddet gördükleri gerekçesiyle Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun kapsamında haklarında geçici koruma tedbiri verilen ve “Çağrı Üzerine Koruma” usulüyle korundukları belirtilen 20 kadın ise “ani gelişen olaylar nedeniyle” polise çağrıda bulunamadan öldürüldü. Bakanlığın, 2016 yılında yurt, kreş ve bakımevlerinde kalan çocuklar, engelliler ve yaşlıların içinde olduğu kayda geçen ölüm, yaralama, şiddet, tecavüz ve cinsel istismarla ilgili 373 soruşturma açtığını da görüyoruz.

En büyük gerekçe…

Bakanlığın, hedeflere ulaşmada sıfır çekmesinin tek ve en büyük gerekçesi ‘15 Temmuz Darbe Girişimi’ olarak açıklanırken, kadınlar ve çocuklar için faaliyette bulunan bir çok sivil toplum kuruluşunun kapatılmasına hiç değinilmemesi, bakanlık çalışanlarının motivasyonsuzluğundan dem vurulması da garip bir yaklaşım. Ayrıca, pek çok sorunun çözümünde Diyanet İşleri Başkanlığının (DİB) devreye girmesinin, bunun yanısıra bakanlığın çalışmalarını uluslararası ve evrensel değerlere dayalı bir bakış açısı ile değil siyasetin gözü ile yürütmesinin de bu başarısızlıkta etkili olduğunu söylemek gerekiyor. Hadi diyelim ki, 2016 yılını böyle savuşturdun. Gelecek yıl ne yapacaksın? Şunun farkında mısınız? Dezavantajlı bireylerle ilişkili evrensel sözleşmelerden ve bilgiye dayalı uygulamalardan uzaklaştıkça başarısızlık değişmeyecek. Varsa yoksa siyeset. Daha çok hedeften sapar, sıfır çekersiniz… Bu noktada, sosyal politika disiplini ve sosyal hizmetler alanında durum, endişelenme ya da eleştirel bakmanın yeterli olmadığı bir noktaya gelmiş dayanmıştır.

Sosyal devletin anlamı

Yukarıda değindiğim, devletin sosyal sorun ve sosyal düzenlemelere ilişkin girişimleri içinde DİB’in konumu da ayrıca sorgulanmalıdır. Bugün DİB’in Türkiye’de esas işlevi artık politika yapıcılıktır. Bunu görmeyen kalmamıştır diye düşünüyorum. Artık DİB, cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez bu kadar örgütlü bir şekilde, Türkiye Müslümanlığını ve sosyal yaşamını şekillendirmeye yönlendirilmiştir. Günümüzde DİB tarafından yürütülen sosyal yaşama ilişkin düzenlemelerin, evangelizm türevi bir dinsel yapılanmaya doğru evrildiğini söylemek ileri bir değerlendirme olmayacaktır. DİB, diğer bakanlıklarla, özellikle Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile kurduğu arayüzlerle, toplumun sosyal yaşamına, “doğru İslamî yaşam” adı altında net bir biçimde müdahale edebilecek bir güce ulaşmıştır. AKP’nin üçüncü iktidar döneminde DİB’in devlet alanında diğer kurumlarla işbirliklerinde ana hareket üssü artık bu bakanlıktır. Öyle ki, sosyal politika ve sosyal hizmetlerin “inanç-merkezli” bir eksende yapılandırılmasında, DİB-ASPB birlikte hareket etmektedir. Sağlık Bakanlığı ile birlikte üreme politikalarını güçlendiren taraf olan, evde bakım hizmetlerinde ya da terminal dönemdeki hastalara ve yakınlarına ilahiyat mezunu manevi sosyal hizmet çalışanları için alan açmayı hedefleyen, Milli Eğitim Bakanlığı ile dini eğitimin çocuklar arasında yaygınlaştırılmasını amaçlayan, okula devamsızlığın aileleri ziyaret ederek takibini yapan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile müftülere nikâh kıyma, il ve ilçe idare kurullarında yer alma gibi yeni yetkiler verilmesini sağlayan bir DİB var artık yaşamımızda. Ekonomik büyüme ve nüfusun yaşlanması söylemi etrafında şekillenen kutsal aile uygulamaları da, DİB tarafından geliştirilmeye ve şekillendirilmeye çalışılıyor. Doğum izni, anne sütü bankasına izin verilmeyişi, kadınların istihdamına yönelik eşitsizliklerin maliye bakanlığı dahil ayetlerle açıklanmaya çalışılması, bunlara ilişkin devlet kurumları ve özellikle kadınların kıyafet seçimine ve toplumsal rollerine ilişkin kanaat önderleri tarafından kullanılan dil, bize bunu açıkça söylüyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredat düzenlemesi, evrim kuramının eğitimden çıkartılması ise, DİB’in arayüz olarak en son ve görünür etkinliği olmuştur. Sosyal yardımlar ve yoksullukla ilişkili olarak da iki kurumun il teşkilâtları, “zekât ve Müslümanların kardeşliği” üzerinden ortak projeler üretiyorlar. Sosyal politikada bu fotoğraf, artık muhafazakârlaşmanın ötesine geçen inanç-merkezlileşmesini gözler önüne seriyor. Bu durumun açıklaması, fıtrat kavramı ile yapılıyor.

Şûralarda alınan kararların anlamı

Din Şûralarında alınan kararlar, camilerin açık tutulması genelgeleri, camileri hayatın merkezine taşıma söylemleri ve son olarak 15 Temmuz ve sonrasında camilerin demokrasi nöbetlerinde aldıkları aksiyona bakınca, camilerin artık ulusal bir siyaset alanı olduğu anlam kazanıyor. Sosyal belediyecilik yerini ve ağırlığını “sosyal cami” girişimine kaptırdı. Türkiye’de 80’li yılların ikinci yarısından bugüne değin faal olan Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakıfları, bugün İslamcı bir hükümetin romantik hedeflerinden biri olan; muhafazakâr sivil toplum aktörleri ile sosyal yardım dağıtımını sistemleştirerek Osmanlı vakıf sistemini canlandırmayı hayal ediyor.

Neden başarısızlık var?

Aile Bakanlığı’nın başarısızlıklarının nedeni anlaşıldığı üzere bağımsız bir çalışma programının olmamasından kaynaklanıyor. Bunda etkili bir başka örnek de; Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar İle Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi amacıyla kurulan Meclis Araştırması Komisyonu’nun çalışmalarıdır. Bu çalışmalar sonunda çıkan rapor, özellikle ‘’aile danışmanlığı’’na ilişkin öneriler açısından şaşkınlık vericidir. 14 Ocak 2016’da kurulan ve başkanlığını AKP Düzce Milletvekili Ayşe Keşir’in üstlendiği komisyondan, aile danışmanlığı hizmetinin içeriği, niteliği gibi konularda ortaya son derece tartışmalı görüş ve öneriler çıkmıştır. Raporun “Aile Sosyal Destek Hizmetlerine Yönelik Öneriler” başlığı altında sunulan ve modelin hangi gelişmiş bilimsel yöntemi yansıttığı anlaşılamamaktadır. ‘’Aile Danışmanlığı Model Önerisi’’ alt başlığında ortaya konulan öneri; “Aile danışmanlığı ve/veya terapisi yapacak profesyonellerin yalnızca, psikiyatri, psikoloji ve psikolojik danışmanlık mezunları ile aile-aile içi sorunlar ve çözümleri konusunda uzmanlaşmış sosyal çalışmacılar olacak şekilde mevzuata yönelik gerekli düzenlemelerin yapılması gerekmektedir” ifadesi ile açıklandıktan sonra; “ancak toplumun geniş kitlelerine rahat ulaşıp kabul görebilecek ve rehberlik yapma konusunda uygun olacağı düşünülen mesleklerin belirlenmesi, belirlenecek lisans programlarından mezun olanların, sadece rehberlik ve yönlendirme yapmasını öngören modelin oluşturulması, hizmetin etkin sunumuna katkı sağlayacağı gibi danışmanlık konusunda standartların ve kapsamın belirlenmesine de katkı sağlayacaktır” denmiştir. Bu durum bir süredir, akademide benim de kişisel olarak gözlemlediğim ve sürekli vurgulanan ‘’manevi sosyal hizmet/manevi danışmanlık’’ gibi bir alanın kapısını açmaya dönüktür.

Vardır ama…

Manevi sosyal hizmet ya da danışmanlık batıda vardır, ancak komisyonun raporunda aktarıldığı gibi uygulanmamaktadır. Anlaşıldığı üzere, komisyon toplantılarında da bu konu tartışılmıştır. İlahiyat Fakültesi mezunlarının da aile danışmanlığı yapması istenmektedir. Özetle, Türkiye’de sosyal politika dönüştürüldü. Bu dönüşümün, tümüyle kapitalizmin neoliberal bir gündem dayatmasından çıktığına hala inananlar varsa gülünç olacaklardır. DİB bugün, dini sermayenin kaynak aktardığı bir refah devletinin yeniden-bölüşümcü işlevlerini yüklenmiş durumda. Süreç, DİB bütçesine bakıldığında devletin hiç bir alanda uygulamadığı bir subvanse ile yol alıyor. Hükümet de, sosyal politikayı kendi akçelendirdiği bir inanç-merkezli eksene yerleştirmesinin getireceği politik rant için muhtarların mı yoksa camilerin mi daha verimli bir sosyal dönüşüm programı olacağını önceden bilemeyeceği için biz atletle, raconla uğraşırken, her iki kanaldan da yol alıyor…

İşte, Aile Bakanlığı Raporunun söylemedikleri bunlar. Raporun bir de bu gözle değerlendirilmesini dilerim…

02.09.2017

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN