Post image
Aile dediğin nedir ki?


Sevin OKYAY

Hirokazu Kore-eda’nın Altın Palmiyeli son filmi “Manbiki Kazoku / Shoplifters / Arakçılar” nihayet gösterime girdi. Yönetmeni tanımayanlar Türkçe adının etkisinde kalıp “Arakçılar”a gider mi ya da tanıyanlar Kore-eda imzası taşıyan bu gerçekten usta işi filmi (Filmekimi) görmek isterler mi, bilmiyorum. Öte yandan hayranları, Cannes’a 5 kez katıldığı halde geçen yıla kadar 2013’de “Like Father, Like Son” ile aldığı Jüri Ödülü ile yetinen Japon yönetmenin bu kez Altın Palmiye’ye uzanmasına bizim kadar şaşırdı mı acaba? Doğrusu, ödülü Cate Blanchett’in elinden alırken, Hirokazu Kore-eda’nın kendisi hakikaten şaşırmış görünüyordu.

Doğrusu, Alice Munro Nobel aldığındaki duygulara kapıldım biraz. Birden herkes hayranı kesilmişti. Oysa o bizim yazarımızdı, onun kıymetini yıllarca biz bilmiştik. Bu “vekâleten kıskançlık” olayını Hirokazu Kore-eda’nın Altın Palmiye’si ile yeniden yaşar gibi oldum.

Kore-eda yirmi yılı aşan meslek hayatı boyunca daha çok ‘damardan’ sinefillerin tanıdığı, sevdiği bir sinemacı olmuştur. Oysa daima iyi filmler yapar, bunların çoğu da uluslararası festivallere katılır (Örneğin, ilk filmi “Maborosi” Venedik’te ödül kazanmıştı). Ama hiçbir zaman “Amelie” (2001) ya da “Pan’s Labyrinth / Pan’ın Labirenti” (2006) kadar ilgi çeken bir film yapmadı. Wong Kar-wai ya da Pedro Almodóvar gibi tutkun hayranları da olmadı.

Hirokazu Kore-eda Altın Palmiye’de
Cate Blanchett’ten ödülünü alırken

.
İnsan bir yandan böyle seçkin bir sinemacının daha fazla tanınmayışının haksızlık olduğunu düşünürken, bir yandan da böyle bir tutkunluk sanki Kore-eda filmlerinin ruhuna aykırı gibi. Yönetmen kayıp, sevgi, sınıf, modern dünyada yabancılaşma üzerine çağdaş aile dramları yapar. Konuları acılı olsa da, duygulandırıcı, dokunaklı hikâyelerini sakin sakin anlatır. “Like Father, Like Son”da iki erkek çocuğun doğumda karıştığı yıllar sonra anlaşılır. “Still Walking”de bir aile, başka bir çocuğu boğulmaktan kurtarırken ölen oğullarının acısını çeker. “Nobody Knows”da on iki yaşında bir erkek çocuk, anneleri onları bırakıp gidince üç küçük kardeşine bakmak zorunda kalır. Üslupları ayrı olsa da, Hirokazı Kore-eda’nın duygulandırıcı anlatımı büyük ustayla, Yasujiro Ozu ile mukayese edilmesine yol açmıştır. Hakçası, günümüzün Ozu’su da odur.

Yönetmen, bir üyesi, ya da bazı üyeleri eksik olan bir ailenin hikâyesini anlatmanın önemli olduğunu düşünüyor. “Ama biri yoksa, bir başkası vardır. Eksik olanın yerini başkası alır. Aile bağını yeniden kurmaya çalışırlar. Ben on beş yıl içinde babamı kaybettim, annemi kaybettim. Ama bir kızım var, kendim baba oldum,” diyor. “Anladım ki hep araya girmeye, boş yerleri doldurmaya çalışırız. Yeni kuşak eski kuşağın boşluğunu doldurur.”

“Arakçılar”da ise, boş yer olmadığı halde aileye yeni biri katılıyor. Kore-eda, bize ailenin temelinin sevgi olduğunu gösteriyor. Biz de onların hırsızlık yapmasını, başkasının çocuğunu alıp evlat edinmesini hoş karşılıyoruz. Anneyle babanın (Sakura Andô, Lily Franki) yarım gün çalıştığı yoksul aile, büyükanne Hatsue’nin (geçen Eylül’de vefat eden Kore-eda oyuncusu Kirin Kiki’nin son performansı) emekli maaşı ve babayla küçük oğlanın (Jyo Kairi) marketlerden çaldıklarıyla geçinir. Genç Aki ise (Mayu Matsuoka) şehirde soft-porn bir seks kulübünde çalışır. Baba ve küçük Shota, bir akşam ‘iş’ten dönerken Juri’ye (Miyu Sasaki) rastlarlar. Soğukta dışarıda bırakılmıştır. Alıp evlerine götürürler. Büyükanne onu besler, bedeninde dayak izleri görür. Küçük kızı ailelerinin bir parçası yapmaya karar verirler.

Daima iyi filmler yapan yönetmeninin kendi üslubunda belki de en iyi filmi.

(Birgün, 22.01.2019)

Bu Yazıya Hiç Yorum Yapılmadı.

SİZ DE YORUM YAZIN